Iberia havayolları ile Madrid'den Buenos Aires'e aktarmalı olarak yola çıktık. Madrid'de 5 saat aktarma bekleyeceğimizden havalımanından şehir merkezine gidip birşeyler yemeye karar verdik ve metro ile 3 aktarma sonunda Sol meydanına vardık. Meydana varışımız tam 1 saat sürdü. Cumartesi akşamı olduğundan mı bilinmez meydan çok kalabalık. Daha önceki gelişimizin üstünden 12 sene geçmiş ve her şey olduğu gibi duruyor. Bizde olsa 3-5 senede şehirlerin çehreleri değişir. Neyse biz kalabalığa karışıp meydandaki heykel gibi duran adamları, müzisyenleri, pandomim yapanları biraz seyrederek Plaza Mayor'a doğru devam ediyoruz. Ara sokaklardaki tapas dükkanlarından kalamarlı
bocadillolarla karnımızı doyuruyoruz. Plaza Mayor'un içi tadilata alınmış ve fazla bir kalabalık yok. Müzisyen ve eğlence de yok. Halbuki daha önceki gelişimizde en eğlenceli meydan burasıydı. Biraz hayal kırıklığı ile arka kapıdan çıkıp mezecilerin ve deniz ürünlerinin pişirilip sunulduğu tapas çarşısına giriyoruz. Burada insanlar ayaküstü barlarda şarap eşliğinde hepsinden atıştırarak sohbet ediyorlar. Biz de 1 saatimizi su gibi akıtıp geldiğimiz yoldan metro ile tekrar havaalanına dönüyoruz. Uçağa biniş ve 12 buçuk saatlik yolculuğumuz sorunsuz geçiyor ve sabah 08.30 gibi Buenos Aires'e varıyoruz. Buenos Aires'in kelime anlamı güzel havalar demekmiş ama bizi kapalı ve yağmurlu bir hava karşılıyor. Otomatik makinalardan az bir miktar para bozdurup taksiye binmek üzere kapıya yöneliyoruz ve dünyanın her yerinde olduğu gibi taksiciler bizi kapmaya çalışıyor. Bir kaçı ile pazarlık ettikten sonra 300 pesoya anlaşıyoruz ama saat erken ve acelemiz yok. Otelimiz şehir merkezinde ve belediye otobüsü ile gitmek fena fikir değil. Kişi başı 3 peso ama kağıt para kabul etmiyor. Otobüsün içinde sadece demir para atacağınız makina var. 100 peso yu kimse bozmuyor tam otobüsten inecekken misafirperver bir hanım kendi seyahat kartını bizim için de okutunca ücretsiz şehir turumuz başlıyor. Yalnız vakti kısıtlı olanlar otobüse binmemeli çünkü o kadar dolaştı ki 2 buçuk saatte merkezdeki otele vardık. Bizim için iyi oldu çünkü otele giriş 14 ten önce olmuyor. Hem de halkın içinde olmak farklı kültürleri tanımak için bir fırsat. Bu sayede turistik yerlerin dışını da görmüş olduk. Kimsenin de ingilizce bilmemesi ayrı bir mesele. Hatta ingilizce biliyorum diyen bile ispanyolca konuşmaya devam ediyor. O yüzden el hareketlerini doğru kullanmak çok önemli.
Otele yerleşince garip bir durumla daha karşılaştık. Elektrik prizleri bugüne kadar gördüklerimden çok farklı. Kumda yürüyen kuşların ayak izi gibi. V şeklinde. Tabi şarj edecek bir sürü makinamız olduğundan adaptör bulmak şart oldu. Bu işi de halledip kendimizi dışarı atıyoruz. Obelisk Meydanı çok yakın. Kısa bir yürüyüşle 9 Temmuz caddesinden Obelisk Meydanına geliyoruz. 9 Temmuz caddesi muazzam. Bazı yerlerde tam 22 şerite kadar genişliyor. Işıklardan tek seferde karşıya geçmek imkansız. Caddenin tam ortasına da bizim Sultanahmet'teki diklitaştan daha büyük bir anıt dikmişler. Hikayesi ise şöyle : Uruguaylılar cumhuriyetlerinin 200. yılında bir obelisk dikmişler.Arjantinliler de bunu görünce kendi cumhuriyetlerinin 400. yılı şerefine daha büyük bir obelisk yapmışlar.
Buenos Aires şehir merkezinde caddeler o kadar düzgün ki bir meydandan bakınca diğer meydan görülebiliyor. Avrupanın elit şehirlerini aratmayacak binalar ve meydanları, şehir gezmesi sevmeyen bizi bile kendine hayran bırakıyor. Burası Latin Amerikanın enbüyük ikinci kenti ve nüfusu 14 milyonun üzerinde. Sokaktaki insanlar da avrupalı profiline benziyor. Bizim için sorun ingilizce konuşulmaması. Ama halk çok yardımsever ve sorun çözme becerileri bize benziyor. Şehrin trafiği de İstanbulla kıyaslanmayacak derecede düzenli. Herkes kurallara uyuyor,bizdeki keşmekeşi tıkalı yollarda bile göremedik.
Obelisk meydanından dik bir caddeyle Plaza de Mayo meydanına yürüyoruz. Burada kırmızı taştan yapılma başkanlık sarayı var. Eva Peron'un balkon konuşması yaptığı ünlü bina bu. İçeride üst kata çıkmadan dolaşabiliyorsunuz. Pek görülecek şey yok sadece Evita ve Che Guavera'nın da portrelerinin olduğu eski başkanların resimleri var. Buradan Av de Mayo caddesini takip ederek Florida caddesine geliyoruz. Burası trafiğe kapalı sağlı sollu dükkanların ve pasajların olduğu en popüler alış veriş mekanı. Sokak dansçıları da Tango yaparak ortamı güzelleştiriyorlar. Her köşe başında "kambio,kambio" diye bağıran adamlar, kızlar var. Bunlar para bozduran tipler ve güvenebilirseniz en uygun kur onlarda. Para bozdururken en dikkat edilmesi gereken şey: kur. Zira herkes kafasına göre hesaplıyor. Normalde 1 USD : 15 Peso. Ama bankalar 12 , dükkanlar 8,5 , taksiler 7, kambiocular 14,5 tan bozuyorlar. Bu arada yarın ve ertesi gün için bir acentadan yarım günlük Tigre Nehri turu ve Gaucho çiftlik turu satın alıyoruz. Tur sahibi Antonio bize güvenilir bir kambiocu tanıştırıyor ve 14,5 tan dolar bozdurup otele dönüyoruz. Yol yorgunluğu kendini gösteriyor ve şehir gezmesini 2 gün sonraya bırakıp yorgun bedenlerimizi yatağa atıyoruz.
Ertesi sabah kahvaltının ardından Diego adlı rehber bizi otelden alıyor ve 35 dk. uzaklıktaki Tigre kasabasına gidiyoruz. Buenos Aires'in kuzeyindeki Parana deltasında yüzlerce adacıktan oluşan kasabanın küçük limanından botumuza biniyoruz ve nehrin içerilerine doğru adacıkların arasında gezinmeye başlıyoruz. Yemyeşil adacıklar ve salkım söğüt ağaçların arasında rengarenk boyalı yazlık evlerin önünden ağır ağır geçiyoruz. Bahçeler türlü çiçeklerle dolu Açelyalar ağaç olmuş. İskeleleri ise birer kameriye şeklinde yapılmış. İskelelerin yanında tekneleri suya indirmek için asansörler bile var. İnsanın buralarda yazlık tutası geliyor. Bazı evler kazıklar üzerine yapılmış buralarda sular yükselince evlere su basıyormuş. Bizim boğazda yalıları seyretme turunun küçük versiyonu denebilir bir gezi oluyor. Adalara karadan bağlantı yok. Herkesin teknesi var. Hergün market tekneleri aralarda dolaşıyor ve günlük alışverişler karşılanıyor. 2 saatlik gezi geldiğimiz limanda sonlanıyor. Bu arada yağmur başlıyor ve benim ayağımda sadece ince yazlık ayakkabılar var. Vakit geçirmeden Florida caddesine gidiyoruz ve yağmura dayanıklı ayakkabılar alıyoruz. Bu arada İstanbuldan hasta Fenerbahçeli bir arkadaşın siparişi Boca Juniors formalarından birkaç tane alıyoruz. Orjinal formalar 400 pesodan başlıyor. Ama çakma formalar 80-100 pesoya kadar alınabilir. Ama kalite farkı bariz.
Akşam yemeğinden sonra otele çok yakın olan Cafe Tortoni ye gidiyoruz. Burası 1858 de kurulmuş ve çok çeşitli yemek ve tatlıları ile ünlü bir mekan. Saray Muhallebicisi gibi desek pek te yanlış olmaz sanırım. Ama içeri girmek için kapıdaki kuyrukta 15 dk. beklemek zorunda kalıyoruz. Buradaki tango şovu çok ünlü ama içeri girince ortada sahne göremiyoruz. Masalardan birine oturduktan sonra en arkada küçük bir kadife perde görüyoruz. Müzik sesini duyunca tango şovunun burada yapıldığını anlıyoruz ama perdenin arkasını görebilmek için bir gün önce gidip 220 pesoya bilet almak gerekiyormuş. Biz de hüsrana uğrayıp tango seyretmek için başka bir mekan arıyoruz. Buraya gelmeden önce internetten gördüğüm Madero Tango isimli gazinoya gidiyoruz. Burası isminden de anlaşılacağı üzere kentin liman bölgesi Madero'da. Genellikle zengin kesimin siteleri ve restoranlarının bulunduğu çok şık bir semt. İçeri girmek için kişi başı 24 USD ödüyoruz. Garson bizi uzaklarda bir masaya yerleştirince eline 5 USD daha sıkıştırıp sahnenin en önündeki masaya kuruluyoruz. Saat 22.30 dan 00.30 a kadar ara vermeden
harika bir dans ve müzik ziyafeti çekiyoruz. Verdiğimiz paraya değiyor. Baş dansçı kadın ve adama hayran olmamak elde değil. Çıkışta taksiye atlayıp otele dönüyoruz.
Ertesi gün sabah erkenden Macarena adında şirin bir kız bizi otelden alıp şehrin 1 buçuk saat kuzeyindeki çiftliğe götürüyor. Burada yaşayan kovboylara Gaucho deniyor. Büyükbaş hayvan sürülerini bütün gün otlatıp arazide ordan oraya götürüyorlar. Biz de onların arasında bir gün geçirip yaşamlarını öğrenmek amacıyla buraya geldik. Macarena bize Angus etinin neresinin iyi olduğunu, hangi etin hayvanın neresinden çıktığını anlatıyor. Arkasından Mate adlı çay gibi içilen ama insana bağımlılık yapan içecekleri tadıyoruz. Hatta öyle ki şehirde birçok insan termosta sıcak su ve mate bardağı elinde dolaşıyor. Gün boyu bunu içiyorlar. Macarena'nın da termosu ve Matesi elinden düşmüyor. Burada bize verilen atlara binerek geniş arazi boyunca zevkli turlar atıyoruz.Acıkınca da hazırlanan sofralara kurulup sırayla gelen etlerin tadına bakıyoruz. Steak'ler kalın ve iyi pişmiş ama gene de bizim lezzetimizi bulmak mümkün değil. Yemek eşliğinde folklorik danslar ve tabi tango kaçınılmaz. Akşam üzeri yola çıkıp şehre geri dönüyoruz.
Akşam körfezin karşı sahilindeki Uruguay'a gitmek için feribota bilet almak için limana gidiyoruz. Feribot ile Uruguayın küçük bir kasabası Colonia Del Sacramento'ya gidip oradan da otobüsle Montevideo'ya gitmeyi planlıyoruz.Türkiyedeyken Montevideo için internetten 2 günlük otel rezervasyonu yapmıştık. 2 gün kalıp tekrar Buenos Aires'e geri döneceğiz. Feribot ve otobüs bileti bize umduğumuzdan pahalıya mal oluyor. (2 kişi 350 $) Gişede de USD den başka para kabul etmiyorlar. Kuru da 12 pesodan hesaplıyorlar. Ama elimizden birşey gelmez. Mecburen ödüyoruz ve otele dönüyoruz ve Uruguaydan döndüğümüz 2 gün için de rezervasyon yapmak istiyoruz ama otel bir hafta doluymuş. Biz de internetten San Telmo bölgesindeki Merit otelden yer ayırtıp Kolon Tiyatrosuna gidiyoruz. Akşam Basel'den gelen bir orkestranın konseri olduğunu görünce hemen 2 bilet alıp vakit geçirmek için Obelisk çevresinde turalıyoruz.
Saat 8.30 daki konser için Teatro Colon'a gidiyoruz. Salon o kadar yüksek ki bizim oturduğumuz yerden sahneyi görmek için ayağa kalkıp öne uzanmak gerekiyor. Ama zaten konser başladığı anda bizim için salondan ayrılma vakti geliyor. Bu güne kadar dinlediğim en çirkin sesler bir arada. Akşamı bu şekilde bitiriyoruz. Ertesi gün sabah 8:30 da limandan Buquebus şirketine ait hızlı feribota binerek 1 saat sonra Colonia Del Sacramento'ya varıyoruz. Binerken Arjantinli ve Uruguaylı memurlar yan yana oturmuş pasaportlara sıra ile damga vuruyorlar. İndiğimizde fazla vakit harcamadan şehri gezmek için kapıda bize seslenen Beatriz adlı hanımdan 2 saatlik şehir turu satın alıyoruz. Beatriz 50 yaşlarında gösteren hiperaktif bir hanım ve lüks bir minibüsü ile bizi ve 2 Şili'li hanımı alarak tura başlıyor. Kale kapısından girerken burada İspanyol ve Portekizliler arasında geçen savaşları anlatıyor. Surların hemen arkasındaki Suspiro sokağı İspanyol ve Portekiz mimarisinin farklarını gösteriyor. Burada Beatriz bize mimariden büyük fenere, bitki örtüsünden papağanlara, kafelere, eski arabalara, boğa güreşi arenasına kadar her şeyi bitmez bir enerji ve neşeyle aktarıyor. Bizim Büyükada 'ya benzer küçük ve şirin bir kasaba burası. Ama hayat akmadan duruyor gibi. Büyük şehir insanı burada sudan çıkmış balık gibi oluyor. Buenos Aires'in de daha tam içine giremedik ve aklımızda hep orası var. 2 saatlik Beatriz turundan sonra merkezdeki restoranlardan birinde chivitas denen kızarmış etlerin üzerine yumurta kırılarak yapılan çok lezzetli bir yemek yeyip otobüs terminalinden Montevideo'ya doğru yola çıkıyoruz. Otobüs geniş arazilerden otlaklardan geçerek ilerledikçe yemyeşil tabiat bizi hayrete düşürüyor. Sanki bazı yerlerde İsviçre manzaraları görür gibi oluyoruz. Büyükbaş hayvan sürüleri heryerde otluyor. 3 saatte yoldan ördek toplaya toplaya Montevideo'ya vardığımızda saat 18:00. Oteli bulmak için taksiye bindiğimizde arka ile ön arası kurşun geçirmez bölmeli olduğunu görünce şaşkınlığımız artıyor. Yolda diğer taksilere bakıyorum hepsi aynı şekilde. Oysa ki gelmeden önce buranın çok güvenli bir ülke olduğu, suç oranının düşük olduğu yazıları okumuştuk. Taksimetre de sadece gidilen kilometre yazıyor. Sonra cama asılı tarifeden kilometrenin karşılığı olan ücret bulunup ödeniyor. Saçma bir şey ama demekki taksimetreyi satanlar maliyeti en ucuz seviyede tutup kimbilir taksicilere kaça satıyorlar diye düşünmeden yapamadım. Otelimiz çok merkezi.Av 18 de Julio ana caddesinin tam ortasında. Yerleşme faslından hemen sonra caddenin deniz tarafındaki İndependencia meydanına yürüyoruz. Burada Uruguay bağımsızlığının babası sayılan Artigas'ın heykeli ve altında da mozolesi bulunuyor. Hemen arkasındaki eski şehrin duvarlarından arta kalan tek kapısı kırmızı bir ışıkla vurgulanmış. Bu kapının arkasındaki sokak ta kafeler ve sanat galerileri ile dolu Ciudad Vieja yani eski şehir. Meydanın diğer başında ise 100 metre yüksekliğindeki kulesi ile buranın simgelerinden biri olmuş Palacio Salvo var. İlk başta deniz feneri amacıyla yapımına başlanmış ama şimdilerde apartman olarak kullanılıyor.
Hava kararınca ışıklandırılan binalar ve heykellere bir de dolunay eklenince harika bir manzara ortaya çıkıyor. Tiyatro binası da çok şık ve Roma tarzı bir yapı. Bu akşamki programa baktığımızda sadece ispanyolca tiyatro gösterisi olduğunu görüp girmekten vaz geçiyoruz. Ertesi gün tüm günümüzü şehri tanımaya ayırdık. O yüzden daha fazla kendimizi yormadan otele dönüyoruz. Ertesi gün sabah 9 da çıkıp otobüsle Cuidad Vieja bölgesine gidiyoruz. İndependencia meydanından başlayan sokak limana kadar uzanıyor ve sokak boyunca tezgahlar açılmaya başlanıyor. Hediyeliklerin yanı sıra 2.el eşyalar da var. Ama genelde fiyatlar hiç de ucuz değil. Uruguay Arjantinden daha pahalı geldi bize. Yeme içmeden belediye otobüsüne kadar neredeyse iki katı. Limandaki Mercado Del Puerto biraz ilginç. İçinde devasa mangalların üzerinde her türlü et ve sebzelerin pişirildiği bir restoranlar pasajı. Oturduğunuz yerden ne piştiğini görüyorsunuz. Buradan çıkıp doğuya doğru sahil yolundan yürüyoruz. Denizin rengi Parana nehrinden dolayı çamur gibi. Hava ilkbahar olmasına rağmen rutubetli ve insanların yüzlerinde genel bir mutsuzluk hakim. Oysa biz buraya çok farklı düşüncelerle gelmiştik. 2-3 km yürüyüp İngiliz katedralini ve Kraliçe heykelini görüyoruz. Daha sonra hemen katedralin arkasından başlayan Florida caddesinden yürüyerek 18 de Julio ya kadar çıkıyoruz. Yorulunca otobüse binerek Gen.Artigas caddesindeki Obeliske kadar geliyoruz. Burada çok büyük bir park var. İsmi Park Battle. İçinde stadyum ve bir çok sahanın bulunduğu bu parkta biraz dinlenip Gen.Artigas caddesini takip ederek yaklaşık 3-4 km yürüyerek Punta Carretas burnundaki fenere geliyoruz.Yalnız yürürken kaldırımdaki dilenciler ve tinercilerden kurtulmak çaba gerektiriyor. Uzun yürüyüşümüz sırasında bu şehrin bize göre olmadığına karar veriyoruz ve doğru Buquebus terminaline gidip ertesi akşam 21:00 deki dönüşümüzü sabah ilk feribotla değiştirerek otele geri dönüyoruz. Burada fazla vakit geçirmemize gerek yok.
Buenos aires'e dönüşümüzde yağmur bizi karşılıyor.Ama gene de eve dönmüş gibi bir sevinç var içimizde. Buquebus tan inip yakındaki Galerias Pasifico ya kendimizi atıyoruz. Yağmur dindikten sonra da Florida caddesinde gezinip deri mont ve ayakkabılara bakıyoruz ama pek kaliteli şeyler bulamıyoruz. Dericilerin olduğu Murillo caddesine gitmek için metroya biniyoruz. Plaza de mayo dan 8 durak gidip Murillo ya varıyoruz. Burada sağlı sollu deri kıyafetler ve çanta mağazaları var. Ama fiyatlar istanbuldan farklı değil. Akşama doğru metro ve otobüsü kullanarak La boca mahallesine gidiyoruz. Burası Buenos Airesin en fakir ve aynı zamanda en renkli semti. Caminito caddesi turistik dükkanlar ve restoranlarla dolu. Cadde üzerinde bir çok tezgah ve sokak tangocuları turistlerle fotğraf çektirip para topluyor. Maradona benzerleri ile fotoğraf çektirmek 25-50 peso arası. Maradona, Messi, Papa, Eva Peron gibi ünlü Arjantinlilerin kuklaları rengarenk binaların balkonlarından el sallıyor. Burası ilk önceleri gemilerden arta kalan teneke levhalarla yapılan barakalardan kurulu bir gecekondu bölgesiyken turizm sayesinde rengarenk bir mahalle olmuş. Tabi Boca Juniors futbol takımının merkezi ve stadyumu olan La Bonbonera da burada. Ayrıca Tango müziğinin çıkış noktası da bu mahalle kabul ediliyor. Tango önceleri sadece müzik olarak dinlenirken Carlos Gardel adlı bir sanatçı dansı da ekleyince bugünkü halini almış. Hava kararınca otobüse atlayıp plaza de mayo ya, oradan da otele dönüyoruz. Son günümüzü Buenos Airesin gitmediğimiz yerlerine ayırıyoruz. Önce kuzeye doğru Recoleta bölgesine gidiyoruz.Burası kentin en düzenli ve elit bölgelerinden. Bizim Nişantaşına benzer mağazalar ve yollardaki insanların şıklığı bizi şaşırtıyor. Yıllardır ekonomik krizle boğuşan ülkenin bizim hafızamızdaki imajından çok uzak avrupai bir semt. Ucu gözükmeyen parklarında spor yapan gençler, köpek gezdiricileri, geniş bulvarlarında gezen şık hanımları ile hayat burada farklı akıyor. Tabi Recoleta mezarlığı da görülmesi gereken yerler arasında. İçerisi sanat eseri heykeller ve anıt mezarlarla dolu. En ünlülerinden bir de Eva Peron. Sora sora mezarı bulup fotoğraf çektikten sonra buradan ayrılıp sahil yolunun karşısından biraz yürüyerek genişçe bir parkın ortasında kurulan bir anıta geliyoruz.
Floralis Generica adındaki parlak metalden dev bir çiçek güneş enerjisiyle çalışıyor ve gündüz açılıp gece kapanıyor. Biraz ileride ise japon bahçeleri bulunuyor. 1977 yılında peyzaj mühendisi Yasuo Inomata tarafından tasarlanan bu bahçe, 1967 yılında Japon imparatoru Akihito ve eşi Michiko tarafından açılmış. Bitki türlerinin çeşitliliği, sazan balıkları, bir ada ve birkaç kemerli ahşap köprü ile Japon kültürüne ait heykeller ve bonsailer var. Akşama kadar gezip buradan otele dönüyoruz ve uzun geri dönüş yolculuğumuza hazırlanıyoruz.
Arjantin videosu :
Uruguay videosu :