14 Haziran 2012 Perşembe

ZANZİBAR ADASI - TANZANYA



8.9.10
Zanzibar seyahatimizi 5 kişilik bir ekiple gerçekleştiriyoruz. Uganda’nın eski başkenti Entebbe üzerinden Dar’es selam yolculuğumuz yaklaşık 8 saat sürüyor. Buradan da 12 kişilik pırpır uçakla 20 dakika. Uçağa binişimiz  unuttuğumuz tropik iklimin habercisi, Küçük uçağımızın toprağa ayak basması ile farklı bir dünyaya gelişimizin iyice farkına varıyoruz. Otelimiz, adanın kuzeyindeki Nungwi bölgesinde bulunan Royal Zanzibar otel. Havaalanında bizi karşılayan minibüs 1 saatlik kara yolculuğuyla kalacağımız yere bırakıyor. Saat 14.15 gibi oteldeyiz. Öğle yemeği 14.30 da bittiği için bizi hemen açık büfe salonuna alıyorlar. Uzun yolculuğun ardından hepimiz kurt gibi acıkmışız ve nefis zanzibar yemeklerinin içine atlıyoruz. Karnımızı doyurduktan sonra odamıza yerleşip, kendimizi Hint okyanusunun serin sularına bırakıyoruz. Akşama kadar turkuaz renkli deniz ve beyaz kumları olan sahilde vakit geçirdikten sonra, akşam yemeğini yine otelde yiyoruz. Otelin yemekleri çok  güzel. Özellikle deniz ürünlerinden karides ve ahtapotun salata ve ızgara çeşitlerine tatil boyunca doyuyoruz. Her yemeğin ardından yediğimiz tropikal meyveler, özellikle ananas olmazsa olmazlarımızdan.

Yemeğin ardından yürüyüş yapmak için sahile indiğimizde bir sürprizle karşılaşıyoruz. Gel-git  sonucu deniz çekilmiş ve öğlen denize girdiğimiz, üstelik boyumuzu geçen yerler tamamen boşalmış, onlarca metre kumsal oluşmuş. Buradan yürüyerek Nungwi merkeze kadar gidiyoruz. Merkezdeki küçük dükkanları gezerek alış-veriş için alabileceğimiz eşyalara bakıyoruz. Daha sonra aynı yoldan geri dönerek cibinlikli yataklarımızda “acaba sinek, böcek ısırır mı” korkusu olmadan uyuyoruz.




 
9.9.10
Sabah otelde, Stone town’ı bütün gün gezmek üzere bir araç kiralamak istiyoruz. Günlük ücreti 100 dolarmış, kabul edip çıkıyoruz. 1 saat sürecek yolumuz üzerindeki kasabalarda yerel pazarın içinde değişik fotoğraflar çekiyoruz. Bu pazarda her şey var. Et, balık, sebze, meyve ve giyecekler. Halkı pek fazla turiste alışık olmadığı için ilk başta bizleri biraz yadırgıyorlar. Ancak daha sonra sık sık duyacağımız gibi “Hakuna Matata”  (yani problem yok) oluyor. Özellikle Müslüman olduğunuzu anlayınca daha içten davranıyorlar. Bunun için “selamün aleküm” demek yeterli.
Stone town’a ulaştıktan sonra ilk durağımız balık pazarı oluyor. Dikdörtgen şeklindeki uzun binanın içinde karşılıklı tezgahlar var. Tezgahların üzerinde türlü türlü okyanus balıkları, ahtapotlar hatta köpek balığı(yüzgeçleri kesilmiş halde) (çünkü köpekbalığı yüzgeçi çok büyük paralara afrodizyak olarak satılıyor) bile bulunuyor. Ancak fazla uzun kalamıyoruz. Çünkü kokular dayanılmaz. Balık pazarının hemen yanında aynı şekilde et pazarı var. Burada da aynı görüntü ve kokular nedeniyle gezintimiz kısa sürüyor. Et ve balık pazarı var da, tavuk pazarı olmaz mı! Tabii ki o da var ama biraz daha ilerde. Tavuk ister canlı, ister kesilip yenmeye hazır şekilde her türü mevcut. Kocaman sepetlerin içinde bir sürü tavuk, kesilmeye hazır şekilde bekliyorlar. Arka tarafta istenirse tavuklar kesilip, kazandaki sıcak suya batırılıp, tüyleri yolunuyor. Artık kokudan bahsetmiyorum bile, anladınız siz onu J.
Sebze ve meyve pazarı ise  yerlilerin alışveriş ettiği lokal Pazar”da  her türü bulmak mümkün. Ama burada fiyat sorduğumda bir turist olarak bana bile pahalı geliyor.Zanzibarda bir kişinin aç kalması pazarı gezince imkansız sanırım.(Tabi tok açın halinden anlamaz)  Adnan arkadaşımıza göre her yer(gözünün gördüğü yerler) yiyecek dolu. Çok bereketli toprakları var.Tabi insanlara sorunca her yer kavramı değişiyor.Çünkü baktığın yer değil sahip olduğun yer önemli.İnsanlar açlıktan ölüyor.
Gezerken insanlar bize biraz endişeli yaklaşıyorlar. Ne de olsa beyazız ya, yani Mzungu’(Swahili dilinde beyaz insan)ız. Siyah insanlar mzungulardan çok çekmişler. O yüzden hak vermemek de mümkün değil hani.
Stone town’ın dar sokaklarında gezerken evler ne kadar kötü de olsa kapılarının özenli ve ahşap oymacılığının yeteneklerini gösterecek derecede güzel olmaları dikkatimizi çekiyor. Bu sırada küçük bir dükkandaki tişörtler hoşumuza gidiyor ve içine dalıyoruz. Satıcı kadını Hintliye benzetip hemen “namaste” diyoruz İçerdeki kadın Hindistandan yıllar önce baskıdan kaçtığını,. Ancak kendisinin Müslüman olduğunu söylüyor.Gene Müslümanlığımızdan utanıyoruz. Ama çaktırmıyoruz.Bir sürü değişik tişört alıyoruz. Kadın hediye olarak İnanç ve bana kına veriyor..
Stone town kültür merkezi, limanın biraz ilerisinde denize karşı yerini almış.
Dr Livingstone nun evini ziyaret ediyoruz. Burası aynı zamanda turizm bürosu. 
Livingstone köleliği kaldırmak için uğraşmış bir İngiliz. (Güya) Ama onun adına turistler 5 dolara köle ediliyor.

Eskiden dispanser olarak kullanılıyormuş. Zanzibar’ın en dikkat çekici binası dört katlı ve şatafatlı balkonları olan bir bina. Sultanın danışmanı Hintli zengin tüccar Tharia Thopan tarafından yaptırılmış.İçinde şimdi değişik mağazalar ve turizm şirketleri var. Hatta bunlardan biriyle baharat turumuzu da ayarladık. Kişi başı 20 dolar. Bu binanın hemen karşısında Mercury’s restaurant yer alıyor. Freddie Mercury ya da gerçek adıyla Faruk Bulsara, buranın sahibiyle hemşeri, yani o da Zanzibar doğumlu. Bizim gittiğimiz dönem ramazan ayına denk geldiği için gündüz kapalıydı. Sahilde Mzingani caddesi boyunca biraz ilerleyince Saray müzesi (Palace Museum) karşınıza çıkıyor. 1800 li yıllarda sultanlığın resmi konutu olarak inşa edilen büyük beyaz binada sultanların çeşitli eşyaları, mobilyaları, sergileniyor. Haritalar, ticari antlaşmalar, portreler, saltanat tahtı sergilenen eşyalardan bazıları. Ertesi gün bayram olduğu için üst kata bir sürü sandalye yerleştirilmişti ve tören hazırlıkları yapılıyordu.
Sarayın biraz ilerisinde sultan Barghas tarafından yaptırılan harikalar evi (Beit el ajaib yani acayip ev) –house of wonders- var. Zamanında adadaki elektrik lambası ve asansör olan tek bina olduğu için bu isim verilmiş. Sadece kabuller ve törenlerde kullanılmak üzere yaptırılan bir binaymış. 4-5 katlı büyük beyaz bir bina.

Harikalar evinin karşısında Foradhani bahçesi var. Bahçe deyince büyük bir yer beklemeyin, burası ufak bir yeşil alan. Bahçenin biraz ileri ve karşısında eski hisar bulunuyor. Arap kalesi de deniyor. Fakat pek bir şey kalmamış. Sur diplerine yerleşmiş dükkanlarda hediyelik eşyalar var ancak pahalılar. İçerde cafe tarzı bir yer var. Burada oturup patates kızartması yiyoruz. Ardından baharat turumuza geçiyoruz. Tarçın, zencefil, vanilya, karanfil, karabiber gibi baharatların nasıl elde edildiklerini öğreniyoruz. Ayrıca Chanel No5 kokusunun orjinalini de gösteriyorlar. Bir meyvenin çekirdeklerinin etrafındaki tozları yüzlerini boyamak için ve ruj olarak kullanmaları da oldukça ilginçti. Turun sonuna doğru zenci bir çocuk
bir solukta Hindistan cevizi ağacına çıkarak bizim için meyve topluyor. İnerken söylediği “Jambo Jambo” şarkısı hepimizi neşelendiriyor. Daha sonra topladığı Hindistan cevizlerinin önce suyunu içiyor, ardından içini yiyoruz. En sonda değişik tropik meyveleri hem tanıtıp hem tadına bakmamızı sağlıyorlar. Maalesef çoğunun adını unuttum, ama tatları mükemmeldi. Tura veda ederken bize palmiye ağaçlarından yaptıkları şapka ve çantaları hediye ediyorlar. Tur boyunca bize eşlik eden Ömer, oruç tutuyormuş. Gezinin sonuna doğru akşam ezanı okundu ama hiç acele etmeden kibarca bizi gezdirmeye devam etti. Biz bundan rahatsız olduk aslında, ama güler yüzünü hiç bozmadı. Zanzibar halkının misafirperver olduklarını bir kez daha kanıtladı. Dönüş yolunda eve götürmek üzere karabiber aldık.
Akşam Foradhani bahçesinin yan tarafında sahil kenarındaki açık alan, yiyecek satıcıları ile doluyor. Seyyar satıcılar mangallarda pişirdikleri deniz ürünleri ile et, tavuk ve daha pek çok yiyeceği satıyorlar. Bunların çok ucuz olduğu söylenmişti fakat o kadar da ucuz bulmuyoruz. Tanesi 1 dolar olması gerekirken 15 dolar oluca ister istemez bir uzaklaşma oluyor..Ayrıca hijyen konusunda da tereddütlerimiz olduğu için sadece bakmakla yetiniyoruz.

10.9.2010
Sabah, zindan adası ve kum adası turumuzu yapmak üzere yola çıkıyoruz. Zanzibarın yöresel teknesi olan Dhow ile önce prison island(zindan adası)’ a gidiyoruz. Burası Changuu adası olarak biliniyor. Yapılma amacı hapishane olmasına rağmen bu şekilde hiç kullanılmamış. Önce köleler burada tutuluyormuş. Ancak daha sonra karantina altına alınması gereken hastalar için dispanser olarak kullanılmaya başlanmış. Son dönemde ise otel haline gelmiş ve şu anda da tadilat altındaymış. Adada dev kaplumbağaların üretimi yapılıyor. Yüzlerce kaplumbağa etrafınızda dolaşıyor. En yaşlısı 150 yaşındaydı. Taze otlarla kaplumbağaları besliyoruz. 


Sahilde renk renk kocaman denizyıldızları sıralanmış sanki bizleri bekliyorlar. Murat iki tanesini omuzlarına alıp kıdem atlıyor. Mehmet ise göğsüne koyarak “sheriff” oluyor. Dhow’umuz “marhaba” ile kum adasına doğru gidiyoruz. Pek çok tropik deniz canlısını bir arada görebildiğimiz şnorkelin ardından yerel mutfağın örneklerini sundukları açık büfe yemeğimizi yedik. Yemeğin ardından tropik meyveler özellikle ananas ve hindistancevizlerine doyamıyoruz. Çöpe atılacak olan hindistancevizi kabuklarını toplayıp eve götürmeye karar veriyoruz. Çalışanlar bu duruma şaşırıp gülüyorlar ama bizim için onların manevi değeri var. Adada dinlenirken tur ekibindeki Glory yanımıza gelip, sohbet ediyor. Bunda Murat’ın da etkisi var sanırım J. Glory gazetecilik okumak istiyormuş. Siyahi güzel kızın fotoğraflarını çekiyorum. E-mail adresini isteyerek, fotoğraflarını gönderebileceğimi söylüyorum, hemen veriyor. Zaman ilerledikçe gel-gitin etkisiyle sular yükseliyor ve neredeyse ada kaybolacak. Tüm malzemeler toparlanıp uzaklaşırken adanın da yavaş yavaş sular altında kalışını izliyoruz. 

Dönüş yolunda yelkenler açılıyor ve sanki süzülür gibi deniz üzerinde ilerliyoruz. Stone town’a ulaştığımızda şoföre, köle pazarına gitmek istediğimizi söylüyoruz. Şu anda Katolik kilise olarak kullanılan köle pazarı, gerçekten tüyler ürpertici. Yerin metrelerce altındaki zindanlarda zincire vurulan kölelerin çoğu ya hastalıktan ya da açlıktan ölüyorlarmış. Özellikle zor işlerde, kırbaçlanarak çalıştırılarak güç kazanması ve daha iyi paraya satılması istenirmiş. Kaldıkları yerlerde tuvalet ihtiyaçlarını ara boşluğa yaparak giderirlermiş ve deniz yükseldiği zaman bu pislikler denize giderek temizlenmesi sağlanırmış. Buradaki bekleme sürecinde başlayan eziyet, gemilere bindirilip Amerika kıtasında satılana kadar 




11.9.2010
Sabah, sahilde dolaşan ve sürekli tur satmaya çalışan yerli halktan biri olan Yahya ile anlaşıp,
öğleden sonra yunuslarla yüzmek ve Jozani ormanındaki Colobus maymunlarını görmek için sözleştik. Adanın en güney ucundaki Kizimkazi balıkçı köyüne 1 saatlik bir yolculukla ulaştığımızda sahilde bir sürü çocuğun denizde oynaştığını görünce biz de onlara katıldık. Bir müddet çocuklarla oynadıktan sonra küçük bir botla yunusların bulunduğu bölgeye açıldık. 

Bir müddet sonra etrafımızda oynaşan 10-15 şişe burunlu yunusla çevrildik. Hemen şnorkellerimizi ve maskelerimizi takıp yanlarına atladık. İlk karşılaşma gerçekten heyecan vericiydi. Yaklaşık  2 metre boyundaki gülümseyen yunuslar ne de olsa vahşi doğa hayvanları. Dipte sürü halinde çiftleşme törenleri yapıyorlar ve arada bir veya iki tanesi yüzeye doğru yaklaşıp bize bakıyor. Gözgöze gelince ürpermemek elde değil. Yarım saatten fazla gözledikten sonra mutlu ve yorgun şekilde kıyıya çıkıyoruz. Yolumuz adanın ortalarında bulunan Jozani milli parkı. 
Nesli tükenmekte olan ve dünyada sadece Zanzibar adasında yaşayan kızıl colobus maymunları ormanlık bir bölgede yaşıyorlar ve sadece tek bir ağacın yaprakları ile besleniyor. Çok da rahat hayvanlar. Yanlarına yaklaşmamızı umursamıyorlar. 1 saatten fazla bu enteresan canlıları gözledikten sonra akşam otelimize geri dönuyoruz.



12.9.2010
Son günümüzde su altını keşfetmek için dalış yapmaya karar veriyoruz. Dalış sektörü burada da dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi İtalyanların elinde ve fiyatları fixlemişler. Ama buraya kadar gelip dalış yapmak mecbur olduğundan pazarlık dahi etme şansı yok. Neyse deyip tek günlük bir dalış satın alıyoruz. Adanın kuzeyinde Nungwi bölgesinde dalış yapıyoruz. Su altı muhteşem güzellikte el değmemiş mercanlar ve irili ufaklı balıklarla kaynıyor. Sabah ve öğleden sonra iki dalış yaparak bu eşsiz güzelliklerin tadını da çıkardıktan sonra akşam oteldeki eğlenceye katılıp ertesi gün Zanzibar maceramızı tatlı bir  anı olarak geride bırakıyoruz.