8 Ocak 2019 Salı

A.B.D. CALIFORNIA 01.10.2018

SAN DİEGO : 



   Bence gezgin olmak, sadece yeni yerler görmek ve fotoğraf çekmek değil, gittiğiniz ülkedeki insanlarla iletişime geçip sosyal ilişkiler kurmak, onları anlamak ve onlara kendinizi ifade edebilmek. Dünyanın neresine giderseniz gidin İngilizce konuşan birilerini bulup anlaşıyorsunuz. Bir de İngilizce internetin ana dili olduğundan artık ingilizce egemenliğini ilan etmiş durumda. Zaten İngilizce veya bildiğiniz herhangi bir dil konuşan birilerini bulamıyorsanız işaretlerle de anlaşıyorsunuz. Ama yabancı dile hakim olduğunuzda insanlarla samimi dostluklar daha hızlı kurulabiliyor. Biz de mevcut İngilizcemizi daha da geliştirmek, hem de daha önce ziyaret etmediğimiz Amerika Birleşik Devletlerini gezmek için biraz uzun ve masraflı bir gezi planladık. Yaklaşık 3 aylık gezinin 2 ayını San Diego'daki Connect English dil kursunda geçirip hem Amerikan hayatının içinde yaşamak hem de civarı detaylı gezmek için gerekli hazırlıklarımızı yaptık. Bu arada Atlas Yurtdışı Eğitim'den Çağla Hanım'ın destekleri olmasa bu işi bu kadar çabuk halledemezdik. Uçak biletlerimizi skyscanner.com üzerinden en uygun tarih ve Amsterdam aktarmalı olarak yaklaşık 500 $ civarında aldık. Yapı Kredi Bankasının Adios kartı ile biriktirdiğimiz miller bize 1 bilet fiyatına 2 bilet almamızı sağladı. ABD vizesini de turist olarak aldığımızdan pek zorluk çıkarmadılar ve 10 yıllık vize verdiler. San Diego da uzun süre kalacağımızdan otel yerine kiralık ev araştırdık ama fiyatlara inanamadık. Aylık mobilyalı ev kiraları 3 bin $ civarı. İnternet üzerinden ev kiralama sistemi biraz karışık ve dolandırılma ihtimali biraz yüksek olduğundan oraya varınca bu işi halletmeye karar verdik ve ilk 2 gün için otel rezervasyonu yaptık. 
             Uçağımız Amsterdam aktarmalı Los Angeles'e kadar. Oradan San Diego'ya da trenle veya otobüsle 2,5 saatte gidiliyor. Ama fiyatlar da pek ucuz değil. Bunun üzerine havaalanından özel bir araba buluyoruz. Filipinler asıllı Ringo bizi kişi başı 55 $ a otelin kapısına kadar götürüyor.  
             San Diego; California eyaletinde ABD nin güney batısında pasifik okyanusu kıyısında ve Meksika sınırında, senenin 3-5 günü yağmur yağan ve güneşin her zaman parladığı bir şehir. Amerikalıların emekli olup geri kalan hayatlarını burada geçirme hayallerini süsleyen, gelir düzeyi ve insan kalitesinin yüksek olduğu San Diego da, marihuana kullanımı ve satışı serbest. Ama ortalık yerde içmek yasak. Zaten uluorta içeni de görmedik. Ama sürekli kokusu burnumuzda gezdik. Sigara kullanımı da çok sınırlandırılmış. Açık alanda bile içmek yasak. Belli alanlar, otoban kenarları gibi yerlerde içebiliyorsunuz. Bir de buranın biraları dünyanın en iyi biraları diye övünüyorlar. 50-60 çeşit faklı markada bira üreticisi var. Ama ben klasik tatları tercih eden biriyim. Aynı zamanda eşcinsel evliliklerin de serbest olduğu hatta eşcinsellerin kendilerine ait semtlerinin olduğunu, müzelerinin olduğunu görüp şaşırmamak elde değil. 
             Otelden Uber çağırıp okulun Pasific Beach semtindeki kampüsüne geliyoruz. Kapıdan girdiğimizde adını sonradan ezberlediğimiz Japon asıllı Kazumi'nin elinde isimlerimizin olduğunu görüyoruz ve Çağla Hanım'a bir kez daha teşekkür ediyoruz. 
Kursa başlamak için 2 günümüz var ve okula yakın bir ev aradığımızı söyleyince bizi yakınlardaki bir şirkete yönlendiriyorlar. Kamo Housing adındaki şirketin yetkilisi Danny bize birçok seçenek öneriyor. Hostfamily denen ve evin bir odasının kiralandığı ve aileyle beraber yaşanan evlerde kalmanın bedeli kahvaltı ve akşam yemeği dahil haftalık 200 $.  Biz de bu şekilde bir oda kiralayarak evdeki aileyle yaşamak için buraya taşınıyoruz. Bu arada Uber'i ilk defa kullanıyoruz ve müthiş hoşumuza gidiyor. İnternet üzerinden çağırdığınız araç hangi dakikada gelecek, şöför hakkındaki detaylı bilgi, gideceğiniz güzergah, tutarın ne kadar olacağı gibi bütün her şeyi önceden görüyorsunuz. Hem de taksi fiyatından ucuza geliyor. Uber gibi bir de Lift adında bir firma da aynı hizmeti veriyor ve onun şöförleri daha kibar arabalar daha yeni ve temiz.  Ancak burada toplu taşıma ağı avrupadaki veya İstanbuldaki kadar yaygın değil ve mesafeler de hayli uzak olduğundan mecburen araba da kiralamak zorunda kalıyoruz. 3 ay kiralayınca fiyat günlük 20 $ civarına geliyor. Amerikalılar bizdeki gibi apartman hayatı yaşamıyorlar. Herkesin tek katlı, bahçeli, garajlı, müstakil evi var. Sadece şehir merkezlerinde yani downtownlarda apartman dairelerinde kalınabiliyor ama onlar da hem küçük hem de park sorunu olan yerler. Telefon ve internet için ise T-Mobile şirketinin sınırsız internet ve 1000 dakika konuşma ve mesaj seçeneği olan 50 $ aylık tarifesini satın aldık. Benim telefona takıp hotspotu açınca ikimiz de sınırsız interneti kullanmaya başladık. Bir başka alışamadığımız şey de fiyatların her yerde KDV hariç yazılması. Kasaya gittiğinizde mesela 20 $ lık bir alışverişin 23 $ olduğunu görüyorsunuz. 

 Burada kaldığımız süre içerisinde 3 farklı evde kaldık. İlk evimiz Mission Hill bölgesindeydi ve İtalyan kökenli yaşlı bir hanımefendi olan Marianna'nın evine misafir olduk. Kendisi La Jolla bölgesinde yıllarca restoran işletmiş. Bize harika yemekler pişirdi ama biz de ona Türk yemeklerinden yaptık ve yoğurt yapmasını öğrettik. Kendisi ameliyatlı olduğundan 15 gün yanında kalabildik ve daha sonra Pasific Beach bölgesindeki site tarzı bir apartman dairesini 2 başka öğrenciyle paylaştık. Havuzu,jakuzisi,tenis kortları olan paylaşımlı evler bizim İngilizce pratik yapmamız için çok iyi fırsatlardı. Diğer öğrencilerle okuldan sonra bir araya gelip bol bol muhabbet ediyorduk. Ama ev hayatı daha cazip olduğu için Kamo Housing'e tekrar başvurup bize ev bulmalarını istedik. Okulun 3 mil güneyinde Tecolote bölgesindeki son evimize taşındık. Ev sahibemiz Cynthia emekli bir hemşireydi ve çok becerikli ve eğlenceli bir hanımdı. Bizi çok iyi ağırladı. Kendisi eski bir dans şampiyonu ve 80 li yıllarda TV şovlarında dans ediyormuş. Bize videolarını da izletti. Akşamları beraber dans klüplerine de gitmeye başladık. En beğendiklerimiz Tango Del Rey, Queen Bee ve Thio Leo's oldu. Giriş kişi başı 10 $. İçeride 1 saat salsa ve bachata dersi veriliyor sonra karışık dans ediliyor. Haftanın bir günü salsa, bir günü swing, bir günü tango, bir günü jazz gibi kategoriler var. pazar günü La Jolla'da deniz kenarındaki bir parkta yoga yapan bir gruba rastladık. Biz de katılabilir miyiz diye sorunca memnuniyetle kabul ettiler ve her pazar akşam üzerlerini yoga dersine ayırdık. Öğretmenimiz Daniela 22 yaşında hayat dolu bir insan ve yoga bitiminde bize  günbatımında şarap ve atıştırmalık ikram edip hoş sohbetler yapmamızı sağlıyordu. 
Biz karı koca tenis meraklısıyız ve 5-6 yıldır tenis oynuyoruz. Tabi 3 ay burada kalacağımız için tenis raketlerimizi de yanımızda getirdik. Burada her mahallede 8 adet halka açık ücretsiz tenis kortu var. Üniversitelerin bahçelerindeki kortlar da halka açık. Zaten her yer halka açık. Sahillerde bir tane restoran, büfe, kapatılmış bir köşe göremezsiniz. Halk her şeyi öncelikli kullanma hakkına sahip. Böyle olunca ilk geldiğimiz günlerde bir arkadaşımızın tavsiyesiyle Mesa Collage kortlarında her gün tenis oynayan bir gruba takılmaya başladık. Hem de oynadığımız insanlarla İngilizce pratik yapıyorduk. Ama Mesa Collage uzak olduğundan bize yakın San Diego University'nin merkez kampüsündeki kortlarına gitmeye başladık. 

            
    İlk geldiğimiz hafta okulda ve tüm şehirde Haloween, yani bizde bilinen ismiyle Cadılar Bayramı hazırlıkları ile geçti. Amerikalıların buna çok önem verdiklerini gördük. Türkiyede dini bayramlara verilen önemden daha fazlasının burada Haloweene verildiğini gördük.

Aslında antik Britanyada kutlanan Samhain festivalinin yeni versiyonu diyebiliriz. Samhain de ölenlerin ruhlarını kovmak için çeşitli korkunç maskeler takıp gece ateşler yakılıp törenler düzenlenirmiş. Ekim ayının son günü kutlamalar başlamadan bütün evlerin bahçeleri çeşitli korku filmi karakterleriyle donatılıyor. O gece herkes kostümlerini giyip barlarda sabaha kadar içip eğleniyorlar. Çocuklar da kapı kapı dolaşıp şeker topluyor ve şeker komasına girene kadar şeker yiyorlar. Turuncu balkabaklarını oyarak içine mum yakıp korku filmi efektleri eşliğinde eğleniliyor. Okulda da bize balkabağı oyma dersi verdiler. 



En güzel kostüm yarışması yapıldı. Maksat eğlence olsun aslında ve ticaret devam etsin. Birbaşka çok önemli bayram da Şükran günü yani Thanksgiving. Bu da kasımın sonunda kutlanıyor. Genelde aile büyükleriyle bir araya gelinip hindi, mısır ve patates pişirilip hep beraber yeniyor. Cynthia'nın da kızı ve nişanlısı o gün geldiler ve hep beraber yemek yedik. Tabi biz de boş durmadık ve kısır ve mercimek köftesi yaparak sofrayı zenginleştirdik. Okula da aynı yemeklerden götürüp kutlamalara eşlik ettik. 



Anlamı hasata ve geçmiş yılın tüm nimetlerine şükretmek için kutlanan bir ulusal bayram. Başka bir hikaye de var. ABD topraklarına göç eden ilk yerleşimciler bir süre sonra açlıkla mücadele etmeye başlayınca yardımlarına Kızılderililer yetişiyor ve kendi yemeklerini onlarla paylaşıyorlar. Ardından gelenekselleşen bu yemek şöleni günümüze kadar geliyor. Gerçi kızılderili katliamı düşünülünce pek onlara şükrettiklerini sanmıyoruz. Şükran gününün ertesi günü ise kara cuma dedikleri alışveriş indirimleri günü başlıyor. Mağazalar ellerinde kalmış tapon malların fiyatlarını indirerek stoklarını eritmeye çalışıyor. İşe yarar ürünlerin fiyatlarında ise bir değişiklik yok. Biz de ilk başta bedavaya telefon, spor ayakkabı falan alırız hayaline kapıldık ama allahtan çabuk uyandık. Yemek işine gelirsek Amerikalıların çoğunluğu yemek yapmayı bilmiyor ve fastfood, pizza ve çin yemekleri başta olmak üzere ne bulurlarsa yiyorlar. Evde yanımızda getirdiğimiz tarhana, bulgur, mercimek ile yaptığımız çorbalar ve yemekleri yiyenler unutamadılar.Bir seferinde Nursima karnıyarık yaptı ve Chynthia parmaklarını yedi. 

Trafiğe değinecek olursak, İstanbulda yaşayan biri için trafik kuralları neymiş, tekrar hatırlıyorsunuz. Sokaklarda park ederken boyalı kaldırımların içinde olmanız gerekiyor. Kırmızı kaldırımlar yasak. Arabaların burnu soldayken karşıya bakmak zorunda. Ters park edemezsiniz. Saat başı her sokak için ayrı bir memur geziyor ve yanlış yere park edene cezayı yapıştırıyor. Bazı sorular sorduğumda insanlar söz birliği etmişçesine "istersen bir dene" diye cevap veriyorlar. Herkes hızlı ve karşısındakine yol verme yarışında. Dörtyola gelince yerdeki STOP yazısında durup sağa ve sola bakmak ve senden önce stopa girene yol vermek zorundasınız. Bunlara uyunca trafiğin bizdeki gibi sinir krizi geçirtecek birşey olmadığını sadece yol vererek trafik sıkışıklığının çözülebileceğini anlıyoruz. Ama otobana çıkıldı mı bunu söylemek imkansız. Özellikle kadın şoförler inanılmaz hızlı ve sizin de hızlı gitmeniz için arkanıza yapışıp sizi rahatsız ediyorlar. Navigasyonla dolaştığımız için ilk zamanlar bütün çıkışları kaçırıp benzin masrafımızı ikiye katladık. Çünkü sağdaki çıkışa girmek için birkaç mil öteden en sağ şeride geçmek gerekiyor eğer erken geçerseniz o çıkıştan çıkmak zorunda kalıyorsunuz. İstanbuldaki taksiciler gibi yolun sonuna kadar gideyim ordan kafamı sokayım nasıl olsa enayinin biri yol verir mantığı buralarda işlemiyor.

             Tanıştığımız Amerikalıların büyük çoğunluğu evlerinde bir değil iki, hatta üç köpek besliyordu. Tabi herkesin evinin kocaman arka bahçesi var ve köpekler burada rahatça yaşayabiliyor. Cynthia nın köpekleri Dolly ve Seydi de bizim yemeklerin bir numaralı düşkünleriydiler. 

Hafta içi pazartesiden perşembeye kadar okula gidiyoruz ve sonra 3 günümüz boş oluyor. Biz de San Diego'nun gezilebilecek her yerine gidiyoruz.

 OLDTOWN : San Diego eskiden Meksika şehriymiş ve sonradan ABD ye katılmış. O yüzden Meksika kültürü yoğun şekilde hissediliyor. Burası eski evlerin ve restoranların olduğu tamamen turistlere yönelik bir mahalle. Haloween zamanı olduğundan burada da Meksika da kutlanan Ölüler Bayramı temalı süslemelerle çok renkli görüntüler vardı.

DOWNTOWN : Şehrin merkezi, çok katlı binaların, büyük şirketleri barındıran gökdelenlerin bulunduğu, trafiğin yoğun olduğu ve her türlü sosyal ve kültürel etkinliklerin yapıldığı bölge. Merkez kütüphane, Petco Park beyzbol stadyumu, Convention Center, Little Italy bu bölgede bulunuyor. Ayrıca limandaki Convention Center in karşısından başlayan Gaslamp Quarter caddesi bu bölgenin en renkli  barları ve restoranlarının olduğu eğlence merkezi. Ayrıca San Diego, ABD deniz kuvvetlerinin merkezi olduğundan liman ve marinadaki gemi müzesi görülmeğe değer. 






Bu bölgenin en kötü yanı kalabalık bir homeless yani evsiz insanlar nüfusuna evsahipliğini yapması. Bu homeless'lere de değinmek gerekirse büyük çoğunluğu madde bağımlısı ve çalışma hayatını reddetmiş, eli ayağı sağlıklı, saçı sakalı birbirine karışmış, pislik içinde sokaklarda yaşayan tuhaf insanlar. Ama öte yandan da hiçbir kötü tecrübe yaşamadık.    
HARBOUR : Gaslamp Quarterdan sahil tarafına yürürseniz sağ tarafta biraz ileride devasa uçak gemisi Midway'i görebilirsiniz. Şimdilerde müze ve kafeterya olarak kullanılan geminin yanındaki parkta da sevgilisine veda öpücüğü veren denizci askerinin dev bir heykeli bulunuyor.  



BALBOPARK  : Downtown ın biraz kuzeyinde yeralan bu devasa parkta en önemli müzeler yer almakta. Dünyanın en büyük hayvanat bahçesi de bu parkın içinde. Önemli günlerde çeşitli etkinliklerin de yapıldığı Balboa Parkı gezmek için okuldan aldığımız öğrenci belgesiyle her salı günü müzelere ücretsiz girdik. Otomobil müzesi, doğal tarih müzesi ve Uzay ve havacılık müzesi en beğendiklerimiz oldu. Apollo 7 uzay aracı ve aydan toplanan taşlar ile eski model uçaklar gerçekten görülmeğe değer.
.



PASIFIC BEACH : Şehrin en beğendiğimiz bölgesi. Orta sınıf genç nüfus genelde bu sahilde ve barlarda eğleniyor. Dalga sörfü California sahillerinin vazgeçilmez eğlencesi. Hemen herkesin elinde sörf tahtası, sahilboyunca okyanus dalgaları arasında, sabahtan hava kararıncaya kadar en iyi dalgayı yakalamaya çalışıyorlar.  
LA JOLLA : Bence San Diegonun en şık bölgesi. Bana Kadıköy Moda semtini anımsattı.Şehrin en pahalı evlerinin bulunduğu bölgede sokakları gezerken evlerin her birinin ayrı güzellikte olması, bahçelerin bakımı ve süslemelerin zenginliği bizi kendisine hayran bıraktı. Şehrin biraz daha elit kesiminin yaşadığı semtin sahilleri de aynı zamanda deniz aslanları ve fokların yaşam alanı. Bu arada Amerikalıların doğal yaşamı bozmadan nasıl şehir kurulur konusunda da ne denli bilinçli olduğunu görüyoruz. 


CORONADO ADASI
 : Şehir merkezinin tam karşısındaki adaya giden köprüden arabayla geçerken sanki dev bir rollercoaster'a bindiğimizi sandık. Köprü o kadar kavisli ve yüksek yapılmış ki rampa yukarı çıkarken gökyüzüne bakıyorsunuz. Adada deniz kuvvetlerinin merkezi var. Bir de buranın en ünlü oteli Otel Del Coronado. Ahşap yapım otel 1800 lerden beri hizmet vermekte. İsterseniz barında oturup birşeyler içebilirsiniz isterseniz de bahçedeki iki yüzme havuzundan birinde yüzüp diğerinde buz pateni yapabilirsiniz. Yazlık evler kanallarla ayrılmış ve evlerin arka bahçesinden kanaldaki teknenize binip okyanusa açılabiliyorsunuz.




HILLCREST : Merkezin biraz dışında bir barlar ve restoranlar bölgesi. San Diego aynı zamanda eşcinsellerin özgürce yaşadığı ve evliliklerin yasal olduğu bir şehir ve Hillcrestin tam ortasında devasa bir LGBT bayrağı dalgalanıyor. Buradaki mekanların çoğunda eşcinsellerin renkli görüntülerini görmek mümkün.




NORTHPARK : Hillcrest bölgesinden doğu yönüne 3 mil giderseniz bir başka barlar bölgesi Northparka varıyorsunuz. Burada da her barda 1 bira içilebilen beerwalk yapabilirsiniz. 

MISSION BAY PARK : Burası okyanusun girinti yaptığı ve bir iç göl gibi olan, üzerinde küçük adacıkların olduğu, insanların hafta sonu barbekü yapıp çeşitli su sporları ile uğraştığı kitesörf, jetski, pedal yaptığı, köpek gezdirdiği harika bir yer. Amerikan sincaplarını da burada bolca görebilirsiniz.



POINT LOMA : Burası avrupadan gelen Cabrillo'nun ilk yerleştiği bölgeymiş. Onun adına da ulusal anıt yapılmış. Bir de yarımadanın en ucundaki tarihi fener gezilebilir. Ama ulusal mezarlığı geçer geçmez yarımadaya giriş ücreti istiyorlar. 5 $.

SUNSET CLIFF : Point Lomaya doğru giderken sola denize doğru döndüğünüzde lüks evlerin bulunduğu ve günbatımının en güzel izlendiği yerlerden biri olan Sunset Cliff'e varıyorsunuz. Adını sahildeki sarp kayalıklardan alan semtte sahildeki patikalarda yürüyüş yapıp gün batımını izleyebilirsiniz. Kıyıda da birçok sörf noktası bulunuyor.

OCEAN BEACH : Point Loma'nın kuzeyinde yeralan bölgede genelde hippiler sokaklarda takılmakta. Merkez cadde olan Newport ave. de hafta sonları kurulan farmer markette gezebilir değişik lezzetler tadabilirsiniz. 

POTATO CHIP ROCK : San Diegodan arabayla 50 dakikalık mesafede bulunan hiking turu yapılan  bu ilginç kayaya ulaşmak için Mount Woodson tepesine 2.5 saatlik bir yürüyüşle tırmanmak gerekiyor. Zorlu tırmanış sonunda ise bu gibi fotoğrafları çekmek için eğer hafta sonu gittiyseniz kuyruğa girmeniz gerekiyor. 

TIJUANA : San Diego Meksika sınırında bir şehir olduğundan sınırın karşı tarafındaki Tijuana sehri de günübirlik gezmek isteyenlerin ilgi odağı oluyor. Biz de bir günümüzü bu şehri gezmeğe ayırdık ve sabah en güneydeki semt San Ysidiro 'ya giderek buradaki büyük outletlerin bahçesine arabamızı park ederek hemen parkın karşısındaki sınır koridorundan Meksika tarafına yürüyerek geçtik. Amerikan polisi bize 1 günlük vize verdi ve koridorun diğer tarafındaki Meksika polisi de 1 günlük vizeyi onayladı. Tijuana tarafına geçince sıkı bir yürüyüşle şehri 1 günde bitirebilirsiniz. Arabasız geçmemizin sebebi ise saatlerce kuyrukta beklenmesi. Çünkü günübirlik çalışan çok sayıda Meksikalı hergün buradan San Diegoya çalışmaya gidip geri dönüyor. Bu tarafa geçince fiyatlar bir hayli ucuz geliyor. Güzel Meksika yemekleri yemek için bile günübirlik gidilebilir.