EL NİDO :
Doha aktarmalı Qatar Airways uçağı ile Filipinlerin başkenti Manila'ya 14 saatte varıyoruz. Havaalanından çıkmadan buranın mobil hatlarından 4 GB kapasiteli Globe internet hattını 44 TL karşılığı satın alıyoruz. Satıcıların standlarındaki gençler gerekli mesajlaşmaları hemen halledip 2 dakikada hazır halde teslim ediyorlar. Dışarı çıkınca taksilere dikkat ediyoruz çünkü hemen birileri elinizden bavulu alıp sizi özel taksilere bindirmeye çalışıyor. Kapıdan biraz ilerleyince beyaz taksilerin kuyruğuna giriyoruz. 200 pezo ya gittiğimiz otele özel taksiler 1500 pezo istediler. Booking.com dan önceden ayarladığımız Coco Palmbeach apart airport otele gece 12 gibi geldiğimizde bizi bir sürpriz bekliyor. Bizim rezervasyon yaptığımız daireyi muhtemelen başkasına vermişler ve ne mesajlarımıza ne de aramalarımıza cevap vermiyorlar. Dakika bir gol bir derken girişteki güvenlik elemanı bize başka bir daire ayarlayabileceğini söylüyor ve 1 saat kadar bekledikten sonra başka bir daireye aynı fiyata giriyoruz. Burada gece uyuyup sabah iç hat uçuşuyla daha güney batıdaki Palawan adasının ücra bir köşesi olan El Nido'ya geliyoruz.
Burası eşsiz koyları,el değmemiş lagünleri, mercan adaları ile tüm turizm sitelerinin görmeden dönme dedikleri yer. Pırpır denilen küçük bir uçakla 45 dakikalık bir uçuştan sonra küçücük bir piste konuyoruz.
Havaalanı köye 10 dakika mesafede. Burada en yaygın taşıtlar tricycle denilen motorsikletin yanına bağlanmış bir kabini olan derme çatma araçlar. Bunlardan birine atlayıp 200 pezo karşılığı köyün en merkezi caddesindeki otelimiz La Salangane ye varıyoruz. (100 pezo 7 TL) Burada civarı gezebilmek için tekne turlarına katılmak gerekiyor. Biz öğleden sonra geldiğimiz için bugünkü turları kaçırdık. Tekneler sabah 9 da çıkıp akşam 4 te dönüyorlar. Hava da 6 da kararıyor. 4 çeşit tekne turu yapılıyor. A-B-C-D turları her biri farklı ada ve kumsallara gidiyor. Fiyatlar da 1200 pezo ve 1400 pezo arasında değişiyor. Fiyatlarda bütün acenteler aynı. Pazarlık pek edilmiyor. Bir iki denedik ama pek oralı olan yok. Tok satıcı mantığı gibi. Biz de otelin anlaşmalı acentesinden ertesi günü için C turu alıyoruz ve günümüzün geri kalanını yakın koylardan biri Las Cabanas beach te geçiriyoruz. Ertesi gün hemen otelin önündeki kumsaldan kalkan teknelere binerek tura başlıyoruz. Yalnız teknelere binmek için herhangi bir iskele yok. Kumsaldan teknenin yanına yarı beline kadar suya girerek gidiliyor. Bir de en önemli şey su geçirmez bir çantanızın olması. Buralarda en çok satan şey bu çantalar. Oceanpack adında 5-10-15-20-30 litrelik lastik ve ağızı katlamalı çantalar çok kullanışlı. Tekneler dar ve uzun her iki tarafında da bambudan dengeleri bulunan çok korunaksız tekneler ve rüzgarlı havalarda dalgalar sürekli sizi yıkıyor. Bizim tekne 25 kişi kapasiteli ama şansımıza biz 6 kişiyiz. Koydan çıkarak yarım saat mesafedeki Helikopter adasına varıyoruz. Adanın sol köşesinde demirlediğimizde hemen kendimizi kristal sulara bırakıyoruz. Suyun altındaki mercanlar yer yer iyi ama büyük çoğunluğu kararmış. Bu da buraya çok fazla insanın geldiğinin belirtisi. Ama ilk birkaç kulaçta kocaman bir yeşil kaplumbağa kendini gösteriyor. Gözlerimiz yavaş yavaş alıştıkça türlü renkli mercan balıklarını, yengeçleri görmeye başlıyoruz. 45 dakikalık mola nasıl geçti anlamadık. Tekneye çıkıp adacıkların arasından başka bir kumsala gidiyoruz. Adacıkların yapıları da çok enteresan. Gotik yapılar gibi sivri sivri göğe yükselen, dalgaların oyduğu kaya parçaları. Üzerleri de yemyeşil bitki örtüsüyle kaplı. Tepelerde bir çok deniz kuşu yuvalanmış.
Teknemiz büyük bir kayalığın önünde duruyor ve rehber bize kayanın altındaki küçük bir deliğe yüzüp içinden geçmemizi söylüyor. Delikten geçerken de dalgaları iyi hesap etmek gerekiyor. İçeri girince ortası boş bir kase gibi ve etrafı duvar gibi kayalarla çevrili bir kumsal var. Burasına secret beach diyorlar. Ortadaki mercan kayalıkları balık kaynıyor.
Her durakta 45 dakika kadar mola veriliyor. Teknemiz bir başka kayalığın önünde duruyor. Suya atlayıp kayalara doğru yaklaşınca basamak gibi mercanlara çıkıyoruz ve yürüyerek iki büyük kayalığın arasındaki koridor gibi oluşmuş küçük lagünü geziyoruz. Bunun bir de büyüğü var. Sonraki durağımızda da oraya gidiyoruz. Ama burayı yürümek ve yüzmek çok uzun sürer o yüzden kanolara biniyoruz. Tabi kanolar ekstra ödeme. 3 kişilik kano 300 pezo.
Turkuaz ve camgöbeği renkli suların yeşille buluşması enfes manzaralar oluşturuyor. Harika fotolar çekiyoruz. Tekneye döndüğümüzde sofra hazır ve dev bir balık masanın ortasında pişmiş halde bizi bekliyor. Tavuk, domuz,salata, meyva, ve içecekten oluşan menü gayet doyurucu ve lezzetli. Yemekten sonra da Hidden beach ve bir adanın ücra bir koyundaki manastırı olan Matinloc Shrine a uğruyoruz ve saat 4.30 gibi El Nido ya geri dönüyoruz. Ama dönüş yolu biraz eziyetli oluyor. Dalgalar birhayli büyümüş ve tekne ceviz kabuğu gibi dalgaların arasında sallanıyor. 1 saat süren dönüş yolculuğunda teknenin içi dalgalarla dolup boşalıyor. Kıyıya vardığımızda herkes bitap düşmüş ama mutlu. Ertesi sabah anlıyoruz ki buraların meşhur tayfunu palawan adasına doğru yola çıkmış ve önden dalgalarını göndermiş. 2 gün boyunca tüm teknelere denize açılma yasağı geldi ve turlar iptal oldu. Biz de 1 saat uzaklıktaki Nacpan beach'e gittik.
Burası hem enine hem boyuna çok geniş bir kumsal ve arkası palmiyelerle kaplı. Ama tüm gün dalgalar o kadar büyüktü ki denize girmek imkansız ve kumsaldaki cankurtaran görevlileri ellerinde megafonla devamlı insanları kıyıdan açılmamaları için uyarıyorlar. Şezlongda yatıp güneşlenmekten başka yapacak bir şey yok. Köyden alıp yanımızda getirdiğimiz sarı mangoları tüketiyoruz. Gerçekten enfes bir meyva. Şeftalinin olmuşu ve daha sulusu. İnsan doyamıyor. Filipinlerde ucuz olur umuduyla gelmiştik ama neredeyse tanesi 2,50 TL ye geliyor. Dönüşte de bavula bir sıra sararmamışlarından koymayı ihmal etmedik. Bu arada 2 günün konusu Tayfun is coming. 2. gün de Las Cabanas beach te mango yiyerek geçiyor. Akşam köye döndüğümüzde tayfunun şiddetini azalttığını ve turların başlayacağını öğrenince köydeki turistlerin yüzünden daha bir mutluluk okunuyor. Ertesi gün A turunu tercih ediyoruz. 7 komando adası bu turun en meşhur uğrak yeri. Teknedeki rehberin anlattığına göre 2. Dünya savaşı sırasında buraya gelen 7 amerikan askeri japonları buradan geri püskürtüp Filipinlerde kahraman olmuşlar. Turların hepsi farklı adaların farklı koylarına uğruyor ve birbirine benziyor. Sadece Tur Z farklı. O da 45 kişilik 3 katlı bir tekne ve diğer turların gitmediği yakın kumsallara ağır ağır gidiyor ve teknenin baş tarafındaki barda sabahtan millet içmeye başlıyor. Müzik te gayet hareketli. İlk 1 saatin sonunda herkes kaynaşıyor denizde ragbi, sörf tahtasına atlamaca, kano, adalarda voleybol gibi aktivitelerle zaman nasıl geçiyor anlamadık. Cümbüş akşam saat 5 e kadar devam ediyor. Akşam dönüşte herkes sallanıyor. Ama bu turun uğradığı bütün adalar ve koylar bizim en beğendiklerimizdi. Çünkü başka hiçbir tur teknesi oralara gitmiyor ve mercanlar çok daha renkli ve zengin. Farklı ülkelerden gelen birçok sırtçantalı genç bu turu tercih ediyor. Biz de bir çoğuyla tanışıp kaynaşıyoruz. Akşamları turdan dönüşte otelde duş dinlenme sonrası yemek için bir çok seçenek var. En keyifli ve doyurucu olanlar hava kararınca kumsala atılan masalarda ayaklarınıza dalgalar değerken ısmarladığınız tropik okyanus balıklarını barbeküde pişirtmek ve afiyetle mideye indirmek. Orta boy bir red snapper bir kişiyi rahatlıkla doyuruyor ve fiyatı 200 pezo.
Balık yemekten sıkıldığınız günler de güzel seçenekler var. Hapiness Beach Barda yediğimiz falafel harikaydı.
Tabi kaldığımız otelin restoranı La Salangane de buranın en beğenilen mekanlarından. Bir de tahminimce Pariste yetişmiş bir filipinli hanımefendinin işlettiği Lassiette restoran kafe gerçekten farkını hissettirdi.Tatlılar ve ev yapımı dondurmalar harikaydı. Oteldeki görevli Mitch'ten bana hergün Filipince bir kelime öğretmesini isteyince ilk gün Magandang Umaga yani günaydın demeyi öğretti. Bir de bonus olarak Selamat yani teşekkür ederimi de öğrenince konuştuğumuz tüm filipinlilere bunları söylemeye başladım. Burada ingilizce devletin ikinci dili ve köylerdeki çocuklar bile ingilizce konuşuyor. Bir yabancıdan Filipin dilinde bir kaç kelime duyduklarında gülümsemeler başlıyor.
PUERTO PRINCESA :
El Nido daki günlerimizi tüketince rotamızı Palawan adasının başkenti Puerto Princesa ya çeviriyoruz. Sabah otelde kahvaltımızın ardından 5 saatlik bir minibüs yolculuğuyla bookingden ayarladığımız otelimize varıyoruz. Bu arada yolda mola yerlerinde hamaklar var. 20 dakika yatıp dinleniyoruz. Puerto Princesa El Nidodan sonra resmen büyük şehir gibi geliyor.Nüfusu 300 bin kişi.İnternet çalışıyor ve trafik var. Şehri keşfetmek için ana caddeden Çin mahallesine kadar yürüyoruz. Bu yıl çin takvimine göre köpek yılı ve burada kutlamalar var. Daha sonra tricycle lardan birini çevirip bizi Bywalk denilen liman yanındaki yürüme yoluna götürmesini istiyoruz. Sahil boyunca barakalarla hediyelik eşya satanlar ve önlerinde ayaküstü restoranlar olan bir yer. Pek turistik değil. Kısa bir tur atıp geldiğimiz gibi otele dönüyoruz. Bu arada tricycle şoförleriyle sıkı pazarlık etmek şart çünkü 10-20 pezo vereceğiniz mesafeye 500 pezo istiyorlar, yersen! Buraya 2 gün ayırdık. İlk gün Honda körfezi tekne turuna çıkıyoruz. Sabah erkenden araçla yarım saat gidip iskeleden gene El Nidodaki teknelerin aynısına biniyoruz ve sırayla Starfish island, Lu-Li island, Cowrie island, gibi adalara uğrayıp şnorkel ile su altını izliyoruz. Yalnız Deniz yıldızı adasında tüm aramalara rağmen 1 adet deniz yıldızı bulabildik. Lu-Li island ise gelgit sırasında denizin alçalması ile ortaya çıkıp denizin yükselmesi ile yok oluyor. Tüm filipinler gezimizde gördüğümüz balıktan çok balığı bu küçük adada gördük.
El Nido turlarından sonra Honda Bay turuna resmen burun kıvırıyoruz. Oradaki vahşi tabiat manzaraları burada yok. Suyun altında mercan görmeyince çok sıradan gözüküyor. Ama balık bol. Akşam otele saat 5 gibi dönüp biraz dinlendikten sonra hava kararınca Ateşböceklerini gözlemleme turu için bizi alıyorlar. 1 saatlik bir yolculuktan sonra Iwahig nehri kenarına gelip buradan 3 kişilik kanolara biniyoruz. Yavaş yavaş kürek çekerken rehber de bize açıklamalarda bulunuyor. Mangrow ağaçlarının çiçekli olanlarına konan erkek ateş böcekleri dişileri çekebilmek için karınlarından ışık saçıyorlar. Yüzlercesi bir arada olunca da görsel bir şölen oluyor. Rehberin elinde kırmızı ışıklı fener var. Onu yakınca hepsi daha çok ışıldamaya başlıyor. Tıpkı yılbaşında süslenen ağaçlar gibi parlıyorlar. Zifiri karanlıkta kürek şıkırtısı ve bu eşsiz manzara inanılmaz keyif veriyor.
Ertesi gün buranın olmazsa olmazı yeraltı nehri turu Underground river. Sabah erkenden minibüse binerek 1 saatlik uzaklıktaki Sabang kasabasına gidiyoruz. Burada sıraya giriyoruz. Çünkü küçük alanlarda beklemek yerine yeraltı nehri girişine parti parti ziyaretçi alınıyor. Sıramız gelince önce tekneye binip mağara girişine geliyoruz. Burada da sıra var. Botlara binmeden önce can yeleği ve baret veriyorlar. O sırada yaklaşık 2 metrelik bir monitör kertenkele sudan yüzerek çıkıp kalabalığın arasında ağır adımlarla ilerliyor.
Buranın evcil hayvanı gibi olmuş kimse yadırgamıyor ve herkes fotoğrafını çekiyor. O da arkadaki bir ağaca çıkıp gözden kayboluyor. 2012 yılında Doğanın 7 harikası listesine girmiş bu nehir kilometrelerce uzağa gidiyor ve dünyanın en büyük yeraltı haliçlerinden biri.
Biz sadece 100 metre kadar içeri girebiliyoruz. Zaten katedral denen devasa kubbe de burada. İçerisi gerçekten etkileyici. Suya doğru sarkan kayaları çeşitli şekillere benzetmişler. Tekneyi idare eden rehber sırayla hepsini el feneriyle gösteriyor. Daha ilerilere gidince de kayalara tutunmuş yüzlerce yarasanın altından geçiyoruz. Rehber yukarı bakarken ağzımızı kapalı tutmamızı istiyor çünkü aşağı damlayanlar yarasa dışkısıymış.
Akşam otele dönüp duş aldıktan sonra yemek için yakınlardaki Kalui restorana gidiyoruz. Deniz ürünleri çok güzel şekilde sunuluyor. Mekan da çok çarpıcı. Puerto Princesa ya ayırdığımız 2 günümüzü doldurup çantalarımızı toplamak üzere otele dönüyoruz. Yeni rotamız Cebu City ye uçakla gidip buradan hiç durmadan feribotla Bohol adasına geçmek.
CEBU VE BOHOL :
Kahvaltının ardından Air Asia ile Cebu uçuşu için havaalanına geliyoruz. Yaklaşık 1 saat 15 dakika sonra Mactan havaalanına iniyoruz. Burada da beyaz taksilerin kuyruğuna girip Pier 1 den kalkan Bohol adası feribotuna 1 saatte gidiyoruz. Çünkü Cebu City Filipinlerin ikinci büyük şehri ve trafik berbat. Havaalanı Lapu Lapu adındaki küçük bir adanın üzerinde ve Cebu adasına iki köprü ile bağlı. Köprü trafiğinden burada da kurtuluş yok. 4:20 deki feribota yetişiyoruz. Açık hava ve kapalı klimalı seçeneklerinden açık havada oturmayı seçiyoruz. Bavullara da ekstra ücret alıyorlar. Yalnız ben 1.90 boyunda olduğumdan filipinler standardının üzerindeyim ve koltuklara sığmak çok zor. İç kısımdaki koltuklar daha geniş. Ona dikkat etmek lazım. Yaklaşık 2 buçuk saatte Tagbilaran limanına yanaşıyoruz. Burada da inişte tricycle ve taksi şoförleri 1500 pezodan kapak açıyorlar ama biraz yürüyüp liman dışına çıkınca 200 pezoya anlaşıp 3 gün kalacağımız Coco Farma geliyoruz. Bohol adasının hemen altında küçük bir ada olan ve köprülerle Bohola bağlı olan Panglao adasının güney sahilinde bir çok kumsal ve tesisler var. Bizim kaldığımız yer hindistan cevizleriyle çevrili bir alanın içine yapılmış kulübelerden oluşan ve avrupalı sırtçantalı gezginlerin uğrak yeri olan bir mekan. Ucuz ve temiz.
Buradan düzenlenen turlar kişi başı 1000-1500 pezo. Bir de 350 pezoya günlük motorsiklet kiralayabiliyorsunuz. 120 pezoya da depoyu doldurup 2 gün turların gittiği her yere kendimiz gitmeye karar verdik. Ertesi sabah kahvaltının ardından motora atlayıp köprüden geçerek harika manzaralar eşliğinde Tagbilaran east road üzerinden Rio Verde nehrine gelip yemek molası veriyoruz. Mangrow ormanının kenarında nehrin üzerine bambularla yapılmış harika bir mekan buluyoruz.
Karnımızı doyurup yola devam ediyoruz. Bu arada telefona önceden indirdiğimiz maps.me uygulaması harika bir offline program ve sorunsuz çalışıyor. Nehri geçip sola Loboc tebelasına sapıyoruz ve 5-6 km. gittikten sonra Zipline tabelasını görüyoruz. Nehrin iki yakasına yaklaşık 35-40 metre yükseklikteki iki tepe arasına çekilmiş çelik halatlara yüzükoyun asılarak makaralarla kayıyorsunuz. Sonra başka bir telden de geri geliyorsunuz. Her biri 35 saniye süren bu uçuş yolculuğu sırasında adrenalin seviyeniz tavan yapıyor.
Aşağı inip motorsiklete atlayarak geldiğimiz yoldan 2 saatlik bir sürüşle Coco Farma dönüyoruz. Dönüşte yolumuzun üzerinde önceden internetten gördüğümüz Bee Farm Resort a uğradık. Burası tüm yemeklerde kullanılan sebze ve etleri organik tarım ile kendileri üretiyor ve ayrıca başlıca üretimi bal olan çok değişik bir tatil köyü. Kendine ait bir plajı da var. İçerisi japon turistlerle dolu. Biz de buradan bir kavanoz bal alıyoruz.
Ertesi gün sabah erkenden motora atlayıp gene aynı yoldan devam ediyoruz
Önce Tagbilarandan çıkmadan bir okulun bahçesindeki Blood Compact yani kan antlaşması heykelinde fotoğraf molası veriyoruz.Buraya 1565 yılında gelen İspanyol Generali Legazpi ile Filipin lideri Sikatuna bileklerini keserek akan kanları bir kadehe koyup içmişler ve dostluk antlaşması imzalamışlar. Bu ritüel Sandugo Festivali olarak günümüze kadar her yıl kutlanmakta.
Yolumuza devam ediyoruz nehrin üzerinde karşıya geçmek için yapılmış iki adet bambudan asma köprü görüyoruz. Yerliler 25 metrelik bu köprüyü karşıya geçmek için kullanıyorlarmış ama artık turistik bir olay olunca kapıdan ufak bir ücret karşılığı köprüde yürünüyor.
Köprüyü de geçip adanın iç kısımlarına doğru köylerin içinden geçerek ilerliyoruz. Buralarda tabiat daha yeşil muz ağaçları devasa boyutlarda inanılmaz manzaralardan geçiyoruz. Yolumuza devam edip Bilar sınırındaki yapay ormandan geçiyoruz 35 km sonra Tersiyer Koruma Bölgesine geliyoruz. Burada sadece bu coğrafyada yaşayan küçük bir maymun cinsi olan Tersiyer hayvanını görme fırsatını yakalıyoruz. Gündüzleri uyuyup geceleri küçük böcek, çekirgeleri avlayan Tersiyerlerin gözleri aşırı büyük. Dallara da iyi tutunmak için parmakları da çok gelişmiş.İşte böyle garip bir hayvan
Tersiyerleri terkedip yola devam ediyoruz ve yaklaşık 25-30 km. sonra Carmen bölgesine geliyoruz. Burası sıradışı bir coğrafik oluşum. Yaklaşık 1268 koni şekilli aynı boyutlarda tepeler 50 kilometrekare den fazla yer kaplıyor. Tepeler yeşil otlarla kaplı ve kuru mevsimde kahverengi renk alıyor, bu renkten dolayı çikolata tepeleri olarak adlandırılmışlar. 1 saat kadar fotoğraf çekip bu güzel manzaraları arkamızda bırakıp hava kararınca geri dönüyoruz.
Bohol adası bence Filipinlerin en görülmesi gereken yeri. Çünkü başka yerlerde göremeyeceğiniz bir çok şey var burada. Akşam yemeğinden sonra yorgun ve mutlu bir şekilde yatıyoruz. Sabah 6 da kalkıp en güneyde bulunan Alona Beachten kalkan bir tekneyle Bohol adasını terk ediyoruz. 2 saatlik sallantılı bir yolculukla Cebu adasının en güney ucundaki Oslob kasabasına geliyoruz. Burada dünyanın başka hiçbir yerinde yapamayacağınız bir aktivite var ; Balina köpekbalıkları ile beraber yüzebilmek. Dünyanın en büyük balığı olan bu devler aslında açık denizlerde yaşıyorlar ve sadece plankton ve balık yumurtası gibi küçücük şeylerle besleniyorlar. Ama burada 8 yıldır beslenmeye alıştıklarından olay tamamen turistik bir aktiviteye dönüşmüş ve kasabaya ciddi bir gelir getiriyor. Bazı hayvanseverlerin karşı çıktığı bu olay pek te öyle sirk yunusları, resim yapan filler gibi eziyetle öğretilmiş hareketler olmadığı için hayvanlar açısından ben bir sakıncasını görmüyorum çünkü herhangi bir kafes,bölme sahiplenme yok sadece suya yem atıyorlar balıklar gelip yemleri yerken siz de suya girip fotoğraf çekiyorsunuz. Hayvanlar zaten doyunca geri gidiyorlar. Biz geldiğimiz gün önce otelimize yerleştik. Otelin harika bir bahçesi ve plajı var ve köpekbalığı olayı hemen 50 metre önümüzde cereyan ediyor. Kıyıda oturup sabahtan öğlene kadar sıkılmadan izleyebilirsiniz. 8 kişilik botlarla turistler bir ipe aralıklı olarak bağlanıyor. 30 a yakın bot bir hatta duruyor ve yem atıcı tek kişilik kayıklar köpekbalıklarını botların önünden sırayla geçiriyor. Balıklar yemcilerin peşinde dolaştıklarından yavaş yavaş herkes doya doya bu eşsiz ve heybetli devlerin yanına yaklaşma fırsatı buluyor. Yarım saati dolan bot kıyıya dönüyor ve yeni turistleri getiriyor. Biz de ertesi sabah erkenden sıramızı bekleyip bota yerleşiyoruz. Bot yerine geçince hemen suya atlıyoruz. Tam önümüzden geçenin kuyruk yüzgeci benden büyük. Kendisi rahat 15 metre. Ben de yem atan tekneleri takip ediyorum ve bu muhteşem devlerle yarım saatin nasıl geçtiğini anlayamadan geri çağırılıyoruz. Yorgun ama mutluyuz.
Filipinlerde yapmadan dönmemem gereken şeyi yapmanın huzuruyla otele dönüyoruz.
Ertesi gün otelden kiraladığımız motorsikletle adanın batısındaki Kawasan şelalesine gidiyoruz. Sahil yolundan Moalboal kasabasına doğru 60 km yol aldıktan sonra soldaki büyük kilisenin yanından giriş yoluna park ediyoruz. Milli park girişinden geçip harika orman yolları ve köprülerden 20 dakikalık yürüyüşle şelaleye varıyoruz. Ama pazar günü olmasından etraf çok kalabalık. Yabancı turistten çok yerliler ve çocuklar panayır yerine döndürmüşler. Fazla oyalanmadan ve kalabalığa girmeden fotolarımızı çekip bu güzel yolculuğumuzun sonuna geliyoruz.
Aşağıda tüm gezilerle ilgili youtube videolarını izleyebilirsiniz.
El Nido-Puerto Princesa v,deosu
Cebu-Bohol-Oslob videosu