4.2.2010
azaldığını söyleyerek, benzinciye uğradığımızda da onların fotoğraflarını göstermişti (benzin alırken de taksimetre çalışmaya devam ediyor tabii ki). Bu arada copacabana plajına yakın bir dairesi olduğunu ve turistlere kiraladığını belirtmeyi unutmadı. Ayrıca kartvizitini de vererek ne zaman ihtiyacımız olursa arayabileceğimizi söyledi. Eee ne de olsa yolunacak kazlar her zaman bulunmaz. Ama bizim ona ihtiyacımızın olmayacağı kesindi. 2 gündür yoldaydık ve ucuz hesap yapacak durumda değildik. Onunla olan ilişkimiz sadece otele kadar sürebilirdi. 20-30 dakikalık bir yolun ardından copacabana plajının dibindeki otelimiz Golden Tulip Regente’ye varmıştık. Otele eşyalarımızı atıp hemen ayaklarımızı atlas okyanusuna sokmak üzere parmak arası terliklerimizi giyerek meşhur Copacabana plajına kendimizi attık. Akşam saatleri olmasına rağmen plajda pek çok insan vardı ve bir kısmı da denize giriyordu. Sahil boyunca stadyum lambası kadar güçlü ışık kaynakları ortamı gündüz gibi yapıyor. Tuzlu suyla buluşan ayaklarımız biraz olsun rahatlamıştı. Sahildeki kumların üzerine artık kendimizi atıyoruz. Kum çok güzel, yumuşacık. Biraz yürüyüş yapıp ertesi güne kendimizi hazırlamak için uykuya çekiliyoruz.
6.2.2010
Şehrin isminin tam yazılışı: São Sebastião do Rio de
Janeiro ("Saint Sebastian of the January River") şeklindedir. São Paulo'dan sonra, Brezilya'nın ikinci büyük şehridir.Sabah erkenden uyanmıştık. Biyolojik saatimiz halen Türkiye’ye göre olduğu için, güneş burada daha doğmamış olmasına rağmen oldukça dinçtik. Kahvaltımızı tropik meyvelerle yaptıktan sonra (zaten yumurta ve peynir dışında yiyecek pek bir şey bulamamıştık) güneşin doğuşunu resmetmek üzere sahile iniyoruz. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen pek çok Rio’lu spor yapmaya başlamış bile. Bu arada belirteyim, neredeyse tüm Rio lular(Brezilya'da Riolulara Karioka deniliyor ve sebebi dünya yansa spor ve eğlenceden vazgeçmeyen insanlar gibi bir manası var) spora, daha doğrusu vücutlarına çok meraklılar. Ona iyi bakmak için ellerinden geleni yapıyorlar ve bunu da başarıyorlar. Çünkü kadın olsun erkek olsun, gördüğümüz insanların çoğu oldukça dinç durumdalar.Sahil yolundaki kaldırımların desenleri de şehre modern bir hava katıyor. Fotoğraf çekimi ve sahildeki yürüyüşün ardından otelin ayarladığı günübirlik şehir turlarından birine katılalım diyoruz. Saat 8,5-9 gibi şehir turumuz başlıyor.
İlk durağımız 200.000 kişilik kapasiteli Maracana stadyumu. Stadyumun önünde hatıra fotoğrafı çektirirken, rehbere içere girmek istediğimizi söylüyoruz. Ancak bunun mümkün olmadığını bize söylüyor. Oysa daha sonraki günlerde diğer kapıdan yani 15 numaralı kapıdan girmenin mümkün olduğunu öğreniyoruz ve tekrar gidiyoruz, onu da daha sonra anlatırım. Bu arada rehber dahil çoğu kimse doğru dürüst İngilizce bilmiyor. Bu yüzden anlaşmak da zor oluyor bizim için. Şehir merkezinden geçerken kent tiyatrosu ve güzel sanatlar müzesini görüyoruz.
2. durağımız metropolitan katedral. İlginç mimarisi nedeniyle ziyarete değer bir yer. Piramide benzer bir yapıda ve içerisindeki renkli mozaikler ve vitraylar sayesinde görüntü mükemmel. Dua edenleri rahatsız etmeden, sessizce ziyaretimizi yapıp ayrılıyoruz. Daha sonra Rio’yu tepeden görmemizi sağlayacak olan ve aynı zamanda bu şehrin simgesi haline de gelmiş olan Pao de açucar (Sugar Loaf) yani şeker somunu anlamına gelen tepeye gidiyoruz. Şeker somunu denmesinin nedeni eski yıllarda şekerin somun gibi kalıplar halinde getirilmesi ve bu tepenin de aynen bu şekilde olması imiş. Şehrin Urca bölgesinde yer alıyor. Önce teleferikle Urca tepesine çıkılıyor, ardından ikinci teleferikle de sugar loaf’a ulaşıyoruz. İki teleferiğin de ücretleri ayrı, eğer istemezseniz ilk tepeden de şehri izleyip, vakit geçirebilirsiniz. Ama buraya kadar gelmişken sonuna kadar gitmek lazım. Sugar loaf’taki manzara gerçekten harika. Buradan neredeyse tüm Rio yu görmek mümkün. Copacabana plajıyla beraber Botafogo, Flamengo ve Urca plajları da görülüyor. Şehrin diğer simgesi olan İsa heykeli de arkamızdaki Corcovado tepesinde kollarını açmış size bakıyor. Atlas okyanusu, küçük küçük adalar ise manzarayı tamamlayan diğer öğeler. Bu manzarayı izlerken, okyanusa uzanan bir kara parçası üzerinde bulunan uçak pistine, yakınlardan manevra alıp dönen bir uçağın inişi de ekleniyor.
Türkiye’de kış ama burası yaz, üstelik de çok sıcak. Sıcaktan bunalınca bana tropik meyveli bir buz, Mehmet’e de dondurma alıyoruz. Ama bunlar hararetimizi kesmiyor, inişte bizi bekleyen su satıcılarından 3 reale(yaklaşık 2,5 TL) küçük bir şişe su alıyoruz. Halbuki markette 1,5 lt su 1 real. Yani diyeceğim şu ki, turistik yerlerde herzaman kazıklanırsınız.Neyse, susuzluğumuzu giderdikten sonra öğlen yemeğimizi yemek üzere Copacabana caddesi üzerinde bulunan Solario lokantasına gidiyoruz.Açık büfe lokantada pek çok seçenek var, ne alacağımızı şaşırıyoruz. Öncelikle Brezilyanın meşhur etlerinden almamız lazım. Burada kocaman etleri şişin üzerine takarak fırında pişiriyorlar ve pişen dış kısmını kesip, isteyenlere vererek, geri kalanı tekrar fırına sokup, pişirmeye devam ediyorlar. Bunun dışında pilav, patates, saç böreği dikkatimizi çekenler. Siyah fasulye de buraya özgü bir yemek, almamak olmaz.
Yemeğin ardından caddede biraz turlayınca aslında otelimize çok yakın olduğumuzu anlıyoruz ve civardaki süpermarketlerden kahve alışverişimizi yapıyoruz.Sahil yolunun hemen paralelinde ve bizim Bağdat caddesini andırıyor, bir sürü değişik mağazalar var. Yürüyüşün ardından corcovado tepesine çıkmak üzere otobüsümüze biniyoruz.
Elektrikle çalışan trenlerle yol, yaklaşık 20 dakika sürüyor.Üstelik trendeki seyyar çalgıcılar samba yapıyorlar ve yolculuk çok eğlenceli oluyor. Trenden indikten sonra isterseniz asansörle, isterseniz yürüyerek en tepeye ulaşabilirsiniz. Biz çıkarken asansörü, inişte yürümeyi tercih ettik. Çıktığınızda ilk olarak heykeli arkadan görüyorsunuz. Ancak heykele ulaşmak o kadar kolay değil, merdivenleri de çıkmanız lazım. Korkmayın, yürüyen merdiven bile koymuşlar. Neyse, en sonunda heykele ulaşılıyor. Kendinizi onun yanında miniminnacık hissedebilirsiniz. Bütün turistler gibi biz de kollarımızı iki yana açarak poz veriyoruz. Güneş tepede olduğu için güzel bir kare yakalayabilmek adına yere bile yatıyorum. Bu arada dikkatimi çeken bir şey de, zumla fotoğraf çekerken heykelin dokusunun aslında küçük üçgenlerden oluşmasıydı.
Bu tepeden bakıldığında Rio, ayaklarının altında gibi görünüyor. Az önce çıktığımız Sugar Loaf da karşımızda duruyor. Plajlar, göl, hipodrom, Maracana stadyumu, favelalar(devletin bile giremediği gecekondu semtleri), yağmur ormanları ve adalar bu güzel manzarada yerlerini alıyorlar. Heykelin arka kısmında ufak bir kilise var. Burada dileyen duasını yapıp, mum dikebiliyor. Manzaranın keyfini çıkarıp, fotoğraflarımızı çektikten sonra inişe geçiyoruz. Tekrar aynı trenle, bindiğimiz noktaya geri dönüyoruz. Bu kez yolumuz favelaların kenarından geçiyor. Otobüs yavaşça yolda ilerlerken sokağın içlerinde, insanların nasıl yaşadıkları gözümüze takılıyor.Sokakta top oynayan çocukları görünce,buraya gelmeden önce izlediğimiz Tanrı Kent - Cidade De Deus filmi gözümüzde canlanıyor.Turistik bölgenin dışında gerçek dünya var. Fakirlik had safhada. Buraları geçtikten sonra Rio’nun diğer ünlü plajlarından olan Leblon ve İpanema plajlarını da görüyoruz. Buradaki deniz Copacabana’ya göre daha sakin, fazla dalga yok. Akşamüzeri olduğu için insanların bir kısmı yavaş yavaş evlerine dönmelerine rağmen, pek çoğu halen kumsaldalar.Zaten Karioka ların hayat tarzı kumsalda yaşamak.
Otele doğru dönmeye başlarkenCopacabana caddesine doğru giden bazı yolların kapatıldığını görüyoruz. Karnaval yaklaştığı için provaların bir kısmı caddelerde de yapılıyormuş. Ağır ilerleyen trafikte nihayet otelimize ulaşıyoruz. Günün yorgunluğunu atmak için mayolarımızı giyerek kendimizi atlas okyanusuna bırakıyoruz. Okyanus dalgaları, üzerimizde masaj etkisi yaparak dinlendiriyor. Üstelik dalgalarda çok da eğleniyoruz. Ancak üzerimizde kalan ve mayomuza dolan minik yosunlardan kurtulmak kolay olmuyor. Duş aldıktan sonra sambadromada yapılacak olan karnaval provalarına gidiyoruz.
Sambadroma, bir caddenin iki yakasına yapılmış tribünlerden oluşuyor ve ortadan samba okulları geçiş yapıyor.Bir samba okulunda 5000 civarında dansçı var ve herbir okulun geçişi 1,5 saati buluyor. Herkes provaları ücretsiz olarak seyredebiliyor. Saat 9’da başlayacak prova için 8,5 gibi gidiyoruz. Ama çoğu insan çoktan yerini almış, eğlenmeye başlamış bile. Birkaç bölgeyi dolaştıktan sonra biz de kendimize iyi bir yer buluyoruz. Tıpkı maçlardaki gibi içecek ve çerez satışı yapan seyyar satıcılar dolaşıyorlar. Bunun dışında bir de boşalan kutuları toplayanlar var. Biraz beklemenin ardından gösteri başlıyor ve insanların coşkusu birdenbire artıyor. Herkesin yürüyüşe katılan pek çok tanıdığı var gibi. Sürekli birilerine seslenip, el sallıyorlar, şarkıyı bağıra bağıra söyleyip, oldukları yerde dans ediyorlar. Hem gösteride olanlar, hem de seyredenler acayip şekilde eğleniyorlar. Biz de arada kaynayıp, onlara eşlik ediyoruz.Prova yapacak olan bir okul daha var, ama bize bir okul yetiyor. Çok fazla geç olmadan oradan ayrılıyoruz.
7.2.2010
Bugün Rio’nun güneyindeki tropik adalara yapılan tura katılıyoruz. Rehberimiz Sandra, akşamki prova yapan okulun dansçılarından biriymiş, bize hemen kısa bir samba şovu yapıyor. Eğlenceli bir kadın ama aslında oldukça ciddi sağlık sorunları olduğunu da anlatıyor. Beynindeki iki anevrizma nedeniyle ciddi operasyonlar geçirmiş, komada uzun süre kalmış. Buna rağmen enerjisini kaybetmemiş.
Otobüsle Rio-Santos yolundan 1-1,5 saat gidiyoruz. Itacuruça köyünden bir tekneye binip Sepetiba körfezinde ilerliyoruz. Yaklaşık bir saatlik bir tekne yolculuğunun ardından Jaguanum’da denize girme molası veriliyor. Burası küçük bir ada, birkaç tane yazlık veya pansiyon tarzında bina var. Fazla kalabalık değil, ancak deniz o kadar güzel görünmüyor, biraz bulanık.Aslında bizim Heybeliada,Büyükada bunlara on basar. Yine de girmedik demeyelim diyip, giriyoruz. Islanıp, kuruduktan sonra öğle yemeğimizi yiyeceğimiz diğer adaya geçiyoruz. Burası biraz daha eğlenceli bir yer. İskelenin yanındaki lokantada insanlar ayakta durup,bir şeyler içerken bir yandan da müziğin ritmiyle sallanıyorlar. Bizim açık büfe alacağımız lokanta ise adanın arka tarafında, yani daha sakin olan tarafta. Yemekler güzel, zaten brezilya gezimiz boyunca yemek konusunda sıkıntı yaşamıyoruz. Ne olduğunu anlamadığım bir balık türünü deniyorum, tadı oldukça iyi. Yemeğin ardından adadaki bahçeyi geziyoruz, değişik bitki türleriyle dolu bir bahçe. Kalkış saatine kadar çimlerin üzerinde dinleniyor, buranın keyfini çıkarıyoruz.
Dönüşte aynı yolu izleyerek otele ulaşıyoruz. Bu kez karnaval provaları tam otelimizin önünde yapılıyor. Biz de eşyalarımızı hemen odaya bırakıp, eğlencelere katılıyoruz. Bir tarafta büyük bir araçtan müzik yayını yaparak sokakta danseden insanlar, diğer tarafta bir samba okulunun samba provaları var. Biraz birinde, biraz diğerinde vakit geçirip, iki tarafı da idare ediyoruz. Birkaç saatin sonunda akşama doğru eğlenceler bitiyor. Sahilde caipirinha içiyoruz. Brezilyalıların geleneksel içeceği gibi bir şey. Limon, şeker ve cachaca(şeker kamışından elde edilen bir tür içki)dan yapılıyor.
8.2.2010
Sabah Jardim Botanico’ya yani botanik bahçesine gidiyoruz. Burada şehrin içindeyken yağmur
ormanlarında dolaşabilirsiniz. Pek çok çeşitte palmiye, dev bambular, tropik ağaçlar, çiçekler, kakao ağacı, medikal amaçla kullanılan bitkiler, orkideler görebileceğiniz türler arasında yer alıyor. Bundan sonra yolumuza toplu taşıma araçlarıyla devam etmeye karar veriyoruz. Botanik bahçesinden çıkıp otobüs durağına giderek Maracana stadyumuna ulaşmayı planlıyoruz.
Ancak sorduğumuz insanların hiçbirisi İngilizce bilmiyorlar. Buna rağmen ortak kullanılan kelimeler ve vücut dili sayesinde anlaşmak çok eğlenceli oluyor.Türkçe konuşup birkaç el hareketine portekizce cevap ve birkaç el hareketi sonrası gülüşmeler. Otobüs ve metroyla oraya gidebileceğimizi anlıyoruz. Bindiğimiz otobüste aldığımız kart sayesinde metroda ücretsiz aktarma yapabileceğiz. Kart ücreti 3,65 real yani yaklaşık 2,5-3 TL. otobüsler genelde klimalı, bizim bindiğimizde bir de klasik müzik çalıyordu, çok hoşumuza gitti doğrusu.
Son durakta otobüsten inip, metroya bindik ve Maracana stadyumunun olduğu durakta metrodan indik. Stadyuma sadece 15 numaralı giriş kapısından girilebildiği için oraya yürümek biraz zaman alıyor. Üstelik hava çok sıcak. Sonunda ulaşıyoruz. Girişte pek çok ünlü futbolcunun ayak izi ve sadece Zico’nun heykeli var. Duvarda ise beraber fotoğraf çektirebilecek, ünlü futbolcuların maç sırasındaki fotoğrafları. Müze ve stadyuma giriş için ayrı ücretlendirmeler yapılmış.
Buradan çıkışta, amacımız aslında hayvanat bahçesine gitmekti. Ancak hava o kadar sıcaktı ki, kendimizi Botafogo’daki klimalı bir alışveriş merkezine attık. Sonradan akşam haberlerde havanın 43 derece olduğunu öğreneceğiz. Terden sırılsıklam olan tişörtlerimizi değişmek için yeni tişörtler alıyoruz. Bir şeyler yiyip, meşhur brezilya kahvesinin tadına bakıyoruz. Biraz dinlendikten sonra şehir merkezine gidip kraliyet sarayı, kültür merkezi, Candeleria kiliselerini geziyoruz. Akşamüzeri Santa Teresa bölgesine çıkarak bir de buradan Rio’ya bakıyoruz. Burası tıpkı sayfiye yerlerindeki evler gibi, genelde iki katlı ve bahçeli evlerden oluşuyor. Renkli badanalar yapılmış. Kendi içinde dolaşan bir de treni mevcut.
Akşam yemeğini Barra bölgesinde yemek istiyoruz. Burası Rio’nun zengin bir semti. Güzel bir lokantada kendimize biftek ısmarlıyoruz. Biftekler çok büyük ve kalın, ama güzel pişiriyorlar. Lezzeti de mükemmel. Karnımız tıka basa doyuyor. Daha sonra güzel gece kulüplerinden birine girmek istiyoruz ama şört ve terlikle girmek yasak diye bizi geri çevirdiler. Dönüş saatimiz biraz geç oluyor. Otobüsün son durağında, otele uzak bir yerde iniyoruz. Biraz İpanema caddelerinde dolaştıktan sonra otele dönüyoruz.