Güney
Afrikadaki gezimiz Johannesburg daki şehir turu ile başladı.Güvenlik nedeniyle
Otobüsten inmeden yarım gün caddelerde dolaştık.İlk durağımız da Mandelanın
bronz bir heykelinin de olduğu Nelson Mandela meydanı. Burası Santon bölgesinde
ve daha çok zenginlerin yaşadığı lüks evlerin ve alış veriş merkezlerinin
olduğu bir yer.Soveto ve Alexandra bölgeleriyse sadece siyahların yaşadığı
yerler ve buraları harap durumda.G.Afrikada 3 adet başkent var.Johannesburg
yargının başkenti.Şimdi yürütmenin başkenti olan Pretoria’ya gidiyoruz.Burada Port Voortrekkers anıtını
görüyoruz.Bu anıt Boerlerin İngilizlerden kaçışını simgeliyor.Kumtaşından
yapılmış.Boerler G.Afrikaya ilk yerleşen Hollandalılar.Konuştukları dil ise “Afrikans”
denilen, Flemenkçe ve Afrika dili karışımı bir dil. Pretoria ‘nın pek çok ismi
var.Güller şehri,leylaklar şehri,üniversite şehri,ordu şehri gibi.220 bin
öğrenci burada öğrenim görüyor.Transvaal Müzesinin önünde fotoğraf molası
veriyoruz.Müzenin bahçesinde devasa tarih öncesinden kalma balina kemikleri ve
dinozor kemikleri var ve binaların arasındaki ağaçlar leylak rengi çiçeklerle
donanmış vaziyette.Meşhur kruger parka ismini veren Paul Kruger’in evinin
önünden geçiyoruz.Yanında müzesi ve kilisesi de var.Şehri tepeden gören Meclis
binasının önündeki seyyar satıcılardan devekuşu yumurtası satın alırken uzaktan
gelen şarkı seslerine doğru koşuyoruz.Düğün konvoyundaki insanlar, şarkılar
söyleyip danslar ederek ilerliyorlar ve bize şimdi afrikaya geldik dedirtiyorlardı.
Kısa bir otobüs yolculuğun ardından Pilanesberg deki Bakubung Longe’a yerleşiyoruz.Sabah 6:00 da ilk safarimize çıkıyoruz.Rangerimiz Oliver bize dikkat etmemiz gerekenleri anlatıyor ve üstü açık araçlarımıza biniyoruz.Önce babun maymunlarını ve su aygırlarını görüyoruz.Sırasıyla Beyaz ve siyah gergedan,antilop,zebra,gnu,zürafa,impala,buffalo, çakal,Afrika yaban domuzu ve filleri doğal ortamlarında görüyoruz. Mola yerinde fil sürüsüne rastlıyoruz ve onlara doğru koşturup fotoğraflarını çekerken en iri dişi fil fazla yaklaştığımızı bize yerden toz kaldırarak ve kulaklarını iki yana açarak hatırlatıyor.Uyarısına Oliver de katılıyor ve kısa süreli bir panikten sonra oradan uzaklaşıyoruz.Dikkatimizi çeken, bütün hayvanların yavrularının olması.Yani tam zamanında gelmişiz.İlk safaride oldukça şanslı sayılırdık.Çünkü 5 büyük dedikleri (Fil,Buffalo,Gergedan,Aslan,Leopar) hayvanlardan üçünü görmüştük.Bakalım ikinci safari nasıl geçecekti.
Öğleden
sonra 16:00 da ikinci safariye çıktık.Ancak sabahki kadar verimli değildi.Gün
batımında gördüğümüz çitanın impala sürüsüne saldırışını kıl payı
kaçırdık.Ayrıca mola yerindeki panoramik manzara ve rehberimiz Emrenin ikram
ettiği şarap ve çerez, vahşi yaşamın içinde olduğumuzu unutturdu.Saat 19:00
gibi otelimize döndük.
Sabah kahvaltısının ardından aslan üretme
çiftliğine gidiyoruz.Yavru aslanları sevip fotoğraflarını çekiyoruz.Sonra gene
yolumuzun üzerindeki Lesedi adlı Afrika köylerinin modellerinin olduğu bir
alana geliyoruz.Burası Zulu ve Hota gibi 8 kabilenin köyleri yapılmış turistik
bir mekan.Yerel rehberimiz de Mandi adlı bir siyah kız.Bize kabilelerin yaşam
tarzlarını anlatıyor.Ardından dans gösterileri başlıyor.Davul gümbürtüleri
eşliğinde değişik türlerde danslarını tamamlıyorlar.Öğlen yemeğinde timsah, devekuşu
ve tavuk yiyoruz.
2 saatlik bir yolculuğun ardından Johhannesburg havaalanına varıp Capetown a uçmak üzere uçağımıza biniyoruz.Capetownda kaldığımız otel Portswood ve şehir merkezinde Waterfront’a 5 dk. Yürüme mesafesinde. Akşam yemeğimizi waterfront taki greek restoranda yiyoruz.Menüde istiridye,kalamar ızgara ve yine kingklip fish var.Restoran yunan restoranı ama sahibi türkmüş.Yemeğin ardından fazla oyalanmadan otele dönüyoruz.Sabah 7:30 da köpekbalığı kafes dalışı için çıkacağız.Haydi hayırlısı !
Sabah saat 7:45 te otelden ayrıldık.Yaklaşık 2 saat süren manzaralı yolculuk sırasında balinaların uğrak yerinde onların oynaşmalarını seyrettikten sonra 10:00 da Gansbaai körfezine ulaşıyoruz.Burası Büyük beyaz köpekbalıklarının avlanma bölgesi.Burada Brian Mc Farlane ile bu devlere kafes dalışı yapacağız.Hafif bir kahvaltının ardından 15 – 20 dk.lık tekne yolculuğu yapıyoruz.Buraya demir atıp balık kanı ve parçalarından oluşan karışımın okyanusa atılmasından sonra devleri beklemeye başlıyoruz.Fok tahtasını da atıp çekerek devlerin gelmesini bekliyoruz.Yaklaşık 45 dk. Sonra beklenen misafir geliyor, 2 metreye yakın ufak bir tane.Ama zaman geçtikçe daha büyükleri de beslenme çılgınlığına katılıyorlar.Brian sanki kedi yavrularıyla oynar gibi bu devlere iple balık parçaları atıp çekiyor. Bu arada 25 kişilik gruptan herkes büyük dalgalardan çalkalanan teknede bulantıdan kusmaya başlıyor.Ama bu bizi kafese girmekten alıkoyamaz.Ve dalış elbiselerimizi giyerek kafese giriyoruz.Gözümüzün önünde yemleri kapmaya çalışan dev çeneler ve dişler gerçekten insanın tüylerini ürpertiyor.Heyecandan suyun soğukluğunu bile hissetmiyoruz.Ama yukarı çıkınca üşüdüğümüzü anlıyoruz.Ancak bulantı geçmiyor.Rahatsızlananlar için gelen Zodyak bota binerek karaya çıkıyorum.Mehmet’i köpekbalıklarıyla baş başa bırakıyorum.Dönüşte 16 köpekbalığının geldiğini öğreniyoruz.Görüş mesafesi de 2,5 metre. Ödediğimiz ücret 1500 rant.Yaklaşık 130 €.Bu arada Brianın ellerinin Norveçli balıkçıların ellerine benzediğini belirtmeden geçemeyeceğim.
Akşama doğru Dr.Shelley arıyor ve akşam yemeği için uygun olup olmadığımızı soruyor.Tabii ki uygunuz.Bizi otelden alarak Camps Bay’deki Godfather restorana balık yemeğe gidiyoruz.Kingklip fish ve codfish yiyoruz ama önce kalamar ızgara ve salata var, yanında da beyaz şarap.Hepsinin tadı harika.Yemeğin ardından yerel bir çay içiyoruz.Bu sırada nazar boncuklu bilezikleri (kendisi ve 2 kızı için) Shelley’e hediye ediyorum.Mehmet de eşine Fenerbahçe forması hediye ediyor.Yemeğin ardından Dr.Christian Bernard’ın ilk kalp ameliyatını gerçekleştirdiği hastanenin önünden geçerek kızını nöbet sonrası kaldığı evinden alıyoruz.Kızı bu hastanede intern olarak görevliymiş.Otele bırakırken fotoğraf çektirmek istiyoruz ancak kız nöbet sonrası olduğu için kötü göründüğünden dolayı çektirmek istemiyor ama bizi de kırmıyor.İstanbulda görüşmek üzere vedalaşıyoruz.
Sabah erkenden Ümit Burnu Turu için yola çıkıyoruz.Önce Haunt Bay’e giderek bir katamarana binerek 15 dk.lık yolculukla fok adasına gidiyoruz.
Yüzlerce fok kayalıkların üzerinde
güneşleniyorlar. Dönüşte iskelede bizi bekleyen güzel şovlar var.Dans eden
Afrikalılar, ağzındaki balığı denizden sıçrayan foka yediren adam ve seyyar
satıcılar aklımda kalanlar.Pasifik okyanusu boyunca sahilden yol alıyoruz. Bu
dönemde balinalar doğum yaptıkları için yavrularını kıyıya yakın sıcak sularda
büyütüyorlar.Böylece sahil boyunca pek çok balina ailesini seyretme şansımız
oldu.Balinaları seyretmek için arabasından inenleri, hırsız babun maymunları
bekliyor.Hatta iri bir tanesi turist bir ailenin arabasının üzerine çıkmış ve
arabaya girmelerine izin vermiyordu. Emre de bize sıkı sıkı tembih ediyordu ki
kesinlikle çantayla arabadan inmeyin diye.Yoksa babunlar yiyecek bulma ümidiyle
çantayı kapıp götürür.Biz de korkudan arabadan inmedik ve içeriden
izledik.Öğlen yemeğini okyanus kenarında güzel bir restoranda balinaları
seyrederken yedik.Ardından Afrika penguenlerinin olduğu koya giderek onlarla
da hatıra fotoğrafları çektik.
Paytak yürüyen yavrular ve tüyleri dökülenler çok sevimliydiler.Daha sonra Ümit Burnuna gitmek için doğal parkın içine girdik.Aslında burası afrikanın en güney ucu değil,en güneybatı ucu.
Okyanusa
dokunup ufka doğru hayallere kapılıyoruz. Deniz feneri tepede ve oraya çıkmak
için fünikülere biniyoruz. Aslında bu fener sembolik olarak yapılmış.Gerçek
fener daha küçük ve daha ilerde.Bir patikayı takip ederek oraya gidip
fotoğraflarımızı çekiyoruz. Hediyelik eşyalar alıp pasaportlarımıza Cape point
kaşesini bastırarak tekrar yola koyuluyoruz. Saat epeyce ilerlediği için
dönüşte Kirstenboch botanik parkına yetişmemiz biraz zor.Rehberimiz orayı telefonla
arayarak açık kalmasını sağlıyor.Akşam üzeri parka yetişiyoruz.
Çok çeşitli
ağaç,çiçek,bitkinin bir arada bulunduğu enfes görüntülerin olduğu bir park.
Böylece Peninsula turumuz sona eriyor.Akşam Waterfront’ta yemek yiyip biraz dolaşıyoruz ve köpekbalığı tişortları alıyoruz.Ardından Mama Afrika diye bir
bara gidiyoruz.Amacımız yerel müzik dinlemek ama barda duyduğumuz şey müzik mi
yoksa gürültü mü karar veremiyoruz.Hoşumuza gitmiyor ve erken ayrılıyoruz.Biraz
dışarıda dolaşıp başka yerlere gidelim mi acaba derken etraf ıssızlaşıyor,
etrafımızı çevirmeyi düşünen zencileri fark ediyoruz ve hemen bir taksiye
atlayıp otelimize geri dönüyoruz.
Ardından Two oceans Aquarium un
açılış saati geldi ve buraya girerek köpekbalıkları da dahil pek çok değerli
deniz canlılarını bu dev tanklarda hayranlıkla seyrettik. Akvaryumda dalış yapan
dalgıçlar da vardı. Devasa camın önünde oturarak meditasyon yapar gibi biz de içerisine
dalıp gidiyoruz. Artık dönüş vakti geliyor. Son kez otobüse binip, Kite Board
yapılan sahile gidiyoruz ama ortada kimseler yok.son bir kez daha okyanusa
bakarak vedalaşıyoruz.Zencilerin yaşadığı mahalleden geçerek havaalanına
ulaşıyoruz.13 saatlik uçak yolculuğunun ardından evimizdeyiz.