13 Haziran 2012 Çarşamba

GÜNEY AFRİKA CUMHURİYETİ















                                                                     

























28.09.2008

Güney Afrikadaki gezimiz Johannesburg daki şehir turu ile başladı.Güvenlik nedeniyle Otobüsten inmeden yarım gün caddelerde dolaştık.İlk durağımız da Mandelanın bronz bir heykelinin de olduğu Nelson Mandela meydanı. Burası Santon bölgesinde ve daha çok zenginlerin yaşadığı lüks evlerin ve alış veriş merkezlerinin olduğu bir yer.Soveto ve Alexandra bölgeleriyse sadece siyahların yaşadığı yerler ve buraları harap durumda.G.Afrikada 3 adet başkent var.Johannesburg yargının başkenti.Şimdi yürütmenin başkenti olan Pretoria’ya  gidiyoruz.Burada Port Voortrekkers anıtını görüyoruz.Bu anıt Boerlerin İngilizlerden kaçışını simgeliyor.Kumtaşından yapılmış.Boerler G.Afrikaya ilk yerleşen Hollandalılar.Konuştukları dil ise “Afrikans” denilen, Flemenkçe ve Afrika dili karışımı bir dil. Pretoria ‘nın pek çok ismi var.Güller şehri,leylaklar şehri,üniversite şehri,ordu şehri gibi.220 bin öğrenci burada öğrenim görüyor.Transvaal Müzesinin önünde fotoğraf molası veriyoruz.Müzenin bahçesinde devasa tarih öncesinden kalma balina kemikleri ve dinozor kemikleri var ve binaların arasındaki ağaçlar leylak rengi çiçeklerle donanmış vaziyette.Meşhur kruger parka ismini veren Paul Kruger’in evinin önünden geçiyoruz.Yanında müzesi ve kilisesi de var.Şehri tepeden gören Meclis binasının önündeki seyyar satıcılardan devekuşu yumurtası satın alırken uzaktan gelen şarkı seslerine doğru koşuyoruz.Düğün konvoyundaki insanlar, şarkılar söyleyip danslar ederek ilerliyorlar ve bize şimdi afrikaya geldik dedirtiyorlardı.

Kısa bir otobüs yolculuğun ardından Pilanesberg deki Bakubung Longe’a yerleşiyoruz.Sabah 6:00 da ilk safarimize çıkıyoruz.Rangerimiz Oliver bize dikkat etmemiz gerekenleri anlatıyor ve üstü açık araçlarımıza biniyoruz.Önce babun maymunlarını ve su aygırlarını görüyoruz.Sırasıyla Beyaz ve siyah gergedan,antilop,zebra,gnu,zürafa,impala,buffalo, çakal,Afrika yaban domuzu ve filleri  doğal ortamlarında görüyoruz. Mola yerinde fil sürüsüne rastlıyoruz ve onlara doğru koşturup fotoğraflarını çekerken en iri dişi fil fazla yaklaştığımızı bize yerden toz kaldırarak ve kulaklarını iki yana açarak hatırlatıyor.Uyarısına Oliver de katılıyor ve kısa süreli bir panikten sonra oradan uzaklaşıyoruz.Dikkatimizi çeken, bütün hayvanların yavrularının olması.Yani tam zamanında gelmişiz.İlk safaride oldukça şanslı sayılırdık.Çünkü 5 büyük dedikleri (Fil,Buffalo,Gergedan,Aslan,Leopar) hayvanlardan üçünü görmüştük.Bakalım ikinci safari nasıl geçecekti.
Öğleden sonra 16:00 da ikinci safariye çıktık.Ancak sabahki kadar verimli değildi.Gün batımında gördüğümüz çitanın impala sürüsüne saldırışını kıl payı kaçırdık.Ayrıca mola yerindeki panoramik manzara ve rehberimiz Emrenin ikram ettiği şarap ve çerez, vahşi yaşamın içinde olduğumuzu unutturdu.Saat 19:00 gibi otelimize döndük.

Ertesi gün kahvaltının ardından 10 dk.lık mesafedeki SunCity ‘ye  geldik.Burada Cabanas otelde kaldık.Bu bölgenin adı aynı zamanda efsanevi Lost City. Burada tamamen suni bir şehir yaratılmış.Lüks oteller, yapay göller şelaleler,mekanik dalga havuzu,kumarhanelerin olduğu bir eğlence merkezi.Dalga havuzunun üzerindeki barda Amarulalarımızı içiyoruz.Amarula G.Afrikanınn yerel içkisi.Hafif alkollü ve sütlü kahveye benziyor.Öğlen saatini göl kenarında vakit geçirip, hot dog yiyoruz..Akşam yemeği için buranın en lüks oteli olan Palace Otelin restoranına rezervasyon yaptırıyoruz.Burası son derece otantik motiflerle dizayn edilmiş çok güzel bir otel.Yemekte ise bir antilop cinsi springbok eti ve devekuşu etini tercih ediyoruz.Şarapları Ahmet Bey ısmarlıyor. Toplam 540 rant yani yaklaşık 50 € (iki kişi için) hesap ödedik.Yemeğin ardından şehri yukarıdan seyretmek için otelin kulesine çıkmaya karar veriyoruz.Ancak asansör problemi yaşıyoruz.Grubun bir kısmı çıkıyor bir kısmı çıkamıyor birbirimizi kaybediyoruz.Sonunda çıkmayı başarıyor ve şehrin  gece görüntüsünü seyrediyoruz.Daha sonra casinolara geçiyoruz.Burada artık jeton kullanılmıyor.Kendi kartlarıyla oynanıyor ve bu da ilgimizi çekmiyor.Odalarımıza dönüyoruz.Emreyle odalarımız yan yana.Biraz sohbet ve Emrenin slayt gösterisinden sonra (Andora ve G.Afrika fotolarını gösteriyor) uykuya çekiliyoruz.Sabah kahvaltısının ardından eğlence yerlerini ve havuzları geziyoruz.Dalga havuzuna girip kaydıraklardan kayıyoruz.Alışveriş merkezinden bandana alıyoruz gölde jetski yapıp akşamüzeri Palaca Oteli fotoğraflıyoruz.Ardından Peninsula restoranda akşam yemeğimizi Emre ile beraber yiyoruz.Mehmet yine kingklip fish ben ise Afrika usulü biftek yedim.İkisi de yine çok güzeldi.Yemekten önce kahve fincanında bezelye çorbası ikram ettiler.Oldukça iyiydi.Tatlı olarak seçtiğim ise sütlaca benziyordu ve tropik meyvelerle süslenmişti.Çıkşta bingo oynamak istedik ama ortalıkta hiç hareket yoktu.Bizde canlı müzik yapan bir bara oturduk.Pop rock tarzı müzik yapan zenci bir grup vardı.Ben yine amarula içiyorum.Gecenin sonunda gruba salsa çaldırıyoruz.Bizimle beraber salsa yapan genç, daha sonra beni dansa kaldırıyor.İsminin Gavion Kruger olduğunu söylüyor cruiselerde barmenlik yapmış İstanbula da gelmiş.Bize Capetown da iyi barların adresini veriyor.


Sabah kahvaltısının ardından aslan üretme çiftliğine gidiyoruz.Yavru aslanları sevip fotoğraflarını çekiyoruz.Sonra gene yolumuzun üzerindeki Lesedi adlı Afrika köylerinin modellerinin olduğu bir alana geliyoruz.Burası Zulu ve Hota gibi 8 kabilenin köyleri yapılmış turistik bir mekan.Yerel rehberimiz de Mandi adlı bir siyah kız.Bize kabilelerin yaşam tarzlarını anlatıyor.Ardından dans gösterileri başlıyor.Davul gümbürtüleri eşliğinde değişik türlerde danslarını tamamlıyorlar.Öğlen yemeğinde timsah, devekuşu ve tavuk yiyoruz.





























2 saatlik bir yolculuğun ardından Johhannesburg havaalanına varıp Capetown a uçmak üzere uçağımıza biniyoruz.Capetownda kaldığımız otel Portswood ve şehir merkezinde Waterfront’a 5 dk. Yürüme mesafesinde. Akşam yemeğimizi waterfront taki greek restoranda yiyoruz.Menüde istiridye,kalamar ızgara ve yine kingklip fish var.Restoran yunan restoranı ama sahibi türkmüş.Yemeğin ardından fazla oyalanmadan otele dönüyoruz.Sabah 7:30 da köpekbalığı kafes dalışı için çıkacağız.Haydi hayırlısı !

Sabah saat 7:45 te otelden ayrıldık.Yaklaşık 2 saat süren manzaralı yolculuk sırasında balinaların uğrak yerinde onların oynaşmalarını seyrettikten sonra 10:00 da Gansbaai körfezine ulaşıyoruz.Burası Büyük beyaz köpekbalıklarının avlanma bölgesi.Burada Brian Mc Farlane ile bu devlere kafes dalışı yapacağız.Hafif bir kahvaltının ardından 15 – 20 dk.lık tekne yolculuğu yapıyoruz.Buraya demir atıp balık kanı ve parçalarından oluşan karışımın okyanusa atılmasından sonra devleri beklemeye başlıyoruz.Fok tahtasını da atıp  çekerek devlerin gelmesini bekliyoruz.Yaklaşık 45 dk. Sonra beklenen misafir geliyor, 2 metreye yakın ufak bir tane.Ama zaman geçtikçe daha büyükleri de beslenme çılgınlığına katılıyorlar.Brian sanki kedi yavrularıyla oynar gibi bu devlere iple balık parçaları atıp çekiyor. Bu arada 25 kişilik gruptan herkes büyük dalgalardan çalkalanan teknede bulantıdan kusmaya başlıyor.Ama bu bizi kafese girmekten alıkoyamaz.Ve dalış elbiselerimizi giyerek kafese giriyoruz.Gözümüzün önünde yemleri kapmaya çalışan dev çeneler ve dişler gerçekten insanın tüylerini ürpertiyor.Heyecandan suyun soğukluğunu bile hissetmiyoruz.Ama yukarı çıkınca üşüdüğümüzü anlıyoruz.Ancak bulantı geçmiyor.Rahatsızlananlar için gelen Zodyak bota binerek karaya çıkıyorum.Mehmet’i köpekbalıklarıyla baş başa bırakıyorum.Dönüşte 16 köpekbalığının geldiğini öğreniyoruz.Görüş mesafesi de 2,5 metre. Ödediğimiz ücret 1500 rant.Yaklaşık 130 €.Bu arada Brianın ellerinin Norveçli balıkçıların ellerine benzediğini belirtmeden geçemeyeceğim. 


               
Akşama doğru Dr.Shelley arıyor ve akşam yemeği için uygun olup olmadığımızı soruyor.Tabii ki uygunuz.Bizi otelden alarak Camps Bay’deki Godfather restorana balık yemeğe gidiyoruz.Kingklip fish ve codfish yiyoruz ama önce kalamar ızgara ve salata var, yanında da beyaz şarap.Hepsinin tadı harika.Yemeğin ardından yerel bir çay içiyoruz.Bu sırada nazar boncuklu bilezikleri (kendisi ve 2 kızı için) Shelley’e hediye ediyorum.Mehmet de eşine Fenerbahçe forması hediye ediyor.Yemeğin ardından Dr.Christian Bernard’ın ilk kalp ameliyatını gerçekleştirdiği hastanenin önünden geçerek kızını nöbet sonrası kaldığı evinden alıyoruz.Kızı bu hastanede intern olarak görevliymiş.Otele bırakırken fotoğraf çektirmek istiyoruz ancak kız nöbet sonrası olduğu için kötü göründüğünden dolayı çektirmek istemiyor ama bizi de kırmıyor.İstanbulda görüşmek üzere vedalaşıyoruz.


Sabah erkenden Ümit Burnu Turu için yola çıkıyoruz.Önce Haunt Bay’e giderek bir katamarana binerek 15 dk.lık yolculukla fok adasına gidiyoruz.
Yüzlerce fok kayalıkların üzerinde güneşleniyorlar. Dönüşte iskelede bizi bekleyen güzel şovlar var.Dans eden Afrikalılar, ağzındaki balığı denizden sıçrayan foka yediren adam ve seyyar satıcılar aklımda kalanlar.Pasifik okyanusu boyunca sahilden yol alıyoruz. Bu dönemde balinalar doğum yaptıkları için yavrularını kıyıya yakın sıcak sularda büyütüyorlar.Böylece sahil boyunca pek çok balina ailesini seyretme şansımız oldu.Balinaları seyretmek için arabasından inenleri, hırsız babun maymunları bekliyor.Hatta iri bir tanesi turist bir ailenin arabasının üzerine çıkmış ve arabaya girmelerine izin vermiyordu. Emre de bize sıkı sıkı tembih ediyordu ki kesinlikle çantayla arabadan inmeyin diye.Yoksa babunlar yiyecek bulma ümidiyle çantayı kapıp götürür.Biz de korkudan arabadan inmedik ve içeriden izledik.Öğlen yemeğini okyanus kenarında güzel bir restoranda balinaları seyrederken yedik.Ardından Afrika penguenlerinin olduğu koya giderek onlarla da hatıra fotoğrafları çektik.

Paytak yürüyen yavrular ve tüyleri dökülenler çok sevimliydiler.Daha sonra Ümit Burnuna gitmek için doğal parkın içine girdik.Aslında burası afrikanın en güney ucu değil,en güneybatı ucu.
Okyanusa dokunup ufka doğru hayallere kapılıyoruz. Deniz feneri tepede ve oraya çıkmak için fünikülere biniyoruz. Aslında bu fener sembolik olarak yapılmış.Gerçek fener daha küçük ve daha ilerde.Bir patikayı takip ederek oraya gidip fotoğraflarımızı çekiyoruz. Hediyelik eşyalar alıp pasaportlarımıza Cape point kaşesini bastırarak tekrar yola koyuluyoruz. Saat epeyce ilerlediği için dönüşte Kirstenboch botanik parkına yetişmemiz biraz zor.Rehberimiz orayı telefonla arayarak açık kalmasını sağlıyor.Akşam üzeri parka yetişiyoruz.
 Çok çeşitli ağaç,çiçek,bitkinin bir arada bulunduğu enfes görüntülerin olduğu bir park. Böylece Peninsula turumuz sona eriyor.Akşam Waterfront’ta yemek yiyip biraz dolaşıyoruz ve köpekbalığı tişortları alıyoruz.Ardından Mama Afrika diye bir bara gidiyoruz.Amacımız yerel müzik dinlemek ama barda duyduğumuz şey müzik mi yoksa gürültü mü karar veremiyoruz.Hoşumuza gitmiyor ve erken ayrılıyoruz.Biraz dışarıda dolaşıp başka yerlere gidelim mi acaba derken etraf ıssızlaşıyor, etrafımızı çevirmeyi düşünen zencileri fark ediyoruz ve hemen bir taksiye atlayıp otelimize geri dönüyoruz.





    Güney Afrika daki son günümüz.Kahvaltıdan sonra Masa Dağına çıkmak istiyoruz ancak hava çok rüzgarlı olduğundan teleferik 2 gündür çalışmıyormuş. Otel görevlisi bizi arabayla götürebileceğini söyleyince hemen Mercedes E200 e kurulup Masa Dağının yolunu tutuyoruz.Yukarısı gerçekten ayakta durmakta zorlanacağımız derecede rüzgarlı. Fotoğraf çekip hemen otele dönüyoruz. Waterfrontta gezinirken Amerikan uçak gemisi Rooswelt in ikmal yapmak için liman açıklarına demirlediğini ve 2 helikopterin sürekli malzeme taşıdığını gördük.



Ardından Two oceans Aquarium un açılış saati geldi ve buraya girerek köpekbalıkları da dahil pek çok değerli deniz canlılarını bu dev tanklarda hayranlıkla seyrettik. Akvaryumda dalış yapan dalgıçlar da vardı. Devasa camın önünde oturarak meditasyon yapar gibi biz de içerisine dalıp gidiyoruz. Artık dönüş vakti geliyor. Son kez otobüse binip, Kite Board yapılan sahile gidiyoruz ama ortada kimseler yok.son bir kez daha okyanusa bakarak vedalaşıyoruz.Zencilerin yaşadığı mahalleden geçerek havaalanına ulaşıyoruz.13 saatlik uçak yolculuğunun ardından evimizdeyiz.