07.12.2008
Kurban bayramı 9 gün tatil olunca her zaman
olduğu gibi kendimizi yurtdışına attık. Bu sefer mistik bir gezi planladık.
Gezimizin ilk durağı Nepal in başkenti Katmandu. Buraya giderken Yeni Delhi
deki aktarmada bizi çiçek kolyelerle karşıladılar. Katmandu daki otelimiz Crown
Plaza ya yerleştikten sonra ilk olarak maymunlar tapınağına gittik. Aslında bu
ismi turistler koymuş. Çünkü etrafta serbestçe gezen birçok makak maymunu var.
Efsaneye göre Katmandu önce gölmüş ve ortasında da lotus çiçeği varmış. Daha
sonra bu göl kuruyunca çiçeğin olduğu bu yerde Buda ya tapınak yapılmış.
Kulenin en tepesinde Buda’nın gözler var. Ve bu gözlerin tüm Budistleri
gözlediğine inanılıyor. Tapınakta ayin vardı. Değişik enstrümanlar çalınan bu
ayini bir süre izledik. Daha sonra gezerken Nepal’de her yerde dinlediğimiz
Tibet müzikleri cd sini çok ucuza aldık. Burası gerçekten çok ucuz bir ülke.
Tapınağın her yerinde ve hatta ağaçların üzerlerinde bayrak gibi renkli sıra
sıra asılı bez parçalarına yazılmış Buda nın kutsal metinleri ve dualarının
rüzgarla bütün şehre yayıldığına ve insanları koruduğuna inanılıyor. Katmandu sokaklarını gezmeye başladık ve
halkın gerçekten çok fakir olduğunu anladık. Her yer pislik ve sefalet içinde. Katmandu nun en
önemli meydanı olan Durbar yani saray meydenına gidiyoruz. Burada eski ve yeni
kraliyet sarayı yan yana. Bu meydanda herkes sürekli bir şeyler satma derdinde.
Etrafımız sürekli seyyar satıcılarla kuşatılmış vaziyette ve onlardan kurtulmak
imkansız. Bu meydanı gezerken şanslıymışız ki tanrı Hanuman adına düzenlenen
bir festivale denk geldik. Müzikli gösteriler ve bedava yemekler nedeniyle
meydan oldukça kalabalık. İnsanlara yapraktan yapılma tabaklar içinde birkaç
çeşit yemek dağıtılıyor. Dağıtıcılar elleriyle yemekleri dağıtıyorlar. Yiyenler
de elleriyle yiyorlar. Bize de ilginç fotoğraf malzemesi çıkıyor.
Buradan çocuk
tanrıça Kumari’yi görmeye saraya gidiyoruz. Hindu inanışına göre en önemli
tanrılardan birinin bu çocuğun içinde olduğuna inanılıyor. 4 yaşında bir kız
çocuğu ve pencerye çıkmak için çok nazlanıyor. Fotoğrafını çekmeyeceğimize emin
olduktan sonra pencereye geldi ve bize yüzünü gösterdi. Sadece festival zamanı
fatoğrafının çekilmesine izin veriliyor. Çünkü fotoğraf çekilince saflığının
bozulduğuna inanılıyor. Daha sonra sokak tezgahlarına bakarak dar sokaklarında
Katmandu’yu keşfediyoruz. Akşam otelde düğün var. Bütün kadınlar çok renkli ve
ışıltılı. Damat bey de onlardan geri kalmıyor. Sünnet çocuğu gibi süslenmiş.
Gelin de genelde giyilen beyaz rengin aksine o da renkli kıyafetler içinde.
Gelin ve damat ayrı bir odada özel bir ayinle evlendiriliyor. Sonra salonda
eğlence devam ediyor. Ertesi gün dünyanın en büyük Budist tapınağına gidiyoruz.
Budistler buraya hacı olmaya geliyorlar. Hatta etrafta Avrupalı birçok Budist
görüp şaşırıyoruz. Ellerinde uzun tesbihleri ve turuncu kıyafetleriyle
tapınağın etrafını tavaf ediyorlar. Ayrıca namaz kılar gibi tapınanlar da var.
Gerçekten de çok büyük bir tapınak. Etrafı hediyelik eşya dükkanlarıyla
çevrili. Biz de dükkanları gezerken tavaf etmiş oluyoruz.
Buradan kutsal
Bagmati nehri kenarındaki ölü yakma törenine gidiyoruz. Giderken yolda
yaşlıların kaldığı bakımevine uğruyoruz. Yaşlananlar buraya gelerek burada
ölmeyi tercih ediyorlar. Çünkü yakılıp küllerinin nehire atılmasını ve yeniden
doğuş döngüsünden kurtulmayı garanti altına alıyorlar. Gittiğimiz sırada
televizyon izliyorlardı ve bizi çok iyi karşıladılar. Bol bol fotoğraf çekip
Şiva ya adanmış Pashu patina tapınağının önünden geçiyoruz. Hindu olmayan
giremiyor bu yüzden dışarıdan bakıyoruz. Nehir kenarında pek çok ölü yakılıyor.
Törenler 24 saat devam ediyor. Bu yüzden duman ve yanmış ceset kokusu oldukça
fazla. Burada ayrıca sadu denen kişiler var. Bunlar aydınlığa ulaşmak için
dünya nimetlerinden vazgeçmiş kişiler. Elbiseleri bile yok ve vücutlarını ceset
külleriyle sıvamışlar. Gezimize Nepalin ikinci önemli şehri olan Bagktapur ile
devam ediyoruz. Unesco tarafından dünya mirası listesinde olan ve korumaya
alınan bu şehirde birçok ilginç tapınak,taş kesme ve ahşap oymacılığın öne
çıktığı harika binalar var.
En yüksek ve en güzel Budist tapınağı olan
Nyatoporka tapınağının önünde fotoğraf çektikten sonra arka sokaklarda
kayboluyoruz. Çömlek atölyelerini gezip paşmina ve gümüş takı dükkanlarından
alışveriş ediyoruz. Dönüşte trafiğe yakalanıyoruz. Karmaşa inanılmaz. Ülke
fakir ama bütün araçlar yollarda. Akşam otelde yine düğün var. Gençler dans
edip eğlenirken biz de bol bol fotoğraf çektik. Sabah erkenden kalkıp şehir
merkezindeki 3 büyük altın heykelin olduğu Swoyambhu tapınağında geziyoruz.
2002 yılında yapılan bu tapınak büyük bir parkın içinde ve insanlar sabah
ibadetlerini yapmak için akın akın geliyorlar.
Yandaki sebze meyve pazarından
mandalina ve portakal alıyoruz. Çekirdekli ama tadı çok güzel. Bu sırada bir
maymun tezgahtan muz çalıyor. Satıcı kadın ona kızıyor ve bir muz fırlatıyor.
Başka bir maymun da onu kapıp dalga geçer gibi yiyor. Oradan şehir merkezindeki
bizim Eminönü benzeri bir semtte alışveriş edip otelimizden ayrılıyoruz. Uçakla
Hindistanın Varanasi şehrine gitmek için yola çıkıyoruz. Uçağa binerken hava
açıyor ve uzaklardan Everest tepesinin silüetini görüyoruz. Uçak havalanınca da
Himalaya dağlarının ne kadar uzun olduğunu görüyoruz. 1,5 saatlik yolculuktan
sonra Ganj nehrinin kenarına kurulmuş 3 bin yıllık Varanasi şehrine varıyoruz.
Burası Hinduların en kutsal şehri. Ölü yakma törenleri ve kutsal Ganjda yıkanma
bu şehirde oluyor. İlk durağımız Varanasi Üniversitesi. Gotik tarzda yapılmış
bir bina. Arka bahçesinde de büyük bir güneş saati var. Buradan ipek dokuma
atölyesine gidiyoruz. İpek dokumaların nasıl yapıldığını görüyoruz. Akşam
yemeğinde baharatı ve acısı bol ama lezzetli yemekler yiyoruz. Sabah ayinleri
görmek için güneş doğmadan saat 5 te kalkıyoruz. Nehire yaklaştıkça insan
sayısı artıyor ve ganj nehrinde bizi
bekleyen teknelere biniyoruz. Dindar olan Hindular sabah güneşin doğuşunu
selamlamak için nehire girmeye gelmişler. Çok değişik türde ritüelleri olan
Hinduların bir kısmı 3 bir kısmı 5 , 7 gibi sayıda nehire tamamen dalıp çıkıyorlar.
Ganjın kenarında 24 saat ölü yakma devam ediyor. 3 bin yıldır hiç sönmeyen
ateşten aldıkları alevle ölü yakmayı başlatıyorlar. Biraz ileride ise bu ateşle
ayin ve yoga yapılıyor. Biz de nehirde kayıkla ilerlerken hem bu törenleri
izliyor hem de çiçek ve mum konmuş yaprakları ganj nehrine dileklerimizi
tutarak bırakıyoruz. Bu arada gelen kahkaha sesleri bizi şaşırtınca yerel
rehberimiz bunun gülme yogası olduğunu söylüyor. Biz de bu yogaya eşlik
ediyoruz. Güneş yükseldikten sonra tekneden inip dar sokaklarda ilerlerken
birkaç sadu görüyoruz. İnsanlar yavaş yavaş yeni güne hazırlanıyor öğrenciler
bisikletli servis araçlarıyla okula gidiyorlar. Kahvaltı için otele döndükten
sonra şehir turumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Mama india adı verilen tapınak
saydıkları binanın zemininde Hindistanın mermerden yapılmış kabartma haritası
var. Açılışını 1924 yılında Mahatma Ghandi yapmış. Tarihi kararlar burada
yapıldığı için özel bir anlamı var. Bu yüzden de tapınak gibi kutsal
görüyorlar. Çıkışta maymun oynatıcısının şovu bizi çok güldürüyor. Kıyafet
giydirilmiş maymunlar davul çalıp dans ediyorlar. Oradan ipek halı atölyesine
gidiyoruz. Canlı müzik eşliğinde Hintli bir güzel bize dans gösterisi yapıyor.
Arka arkaya 40 defa dönüyor. Uçağa doğru yol alıyoruz ve 1 saatlik yolculukla
Yeni Delhi ye iniyoruz. Buradan otobüsle 5 saatlik yorucu bir yolculukla Agra
şehrindeki Trident Otele varıyoruz.
Sabah çok sis olduğu için önce Agra
kalesine gidiyoruz. Kale kırmızı kum taşından yapılmış. Ancak üç Moğol
hükümdarı tarafından eklemeler yapıldığı için beyaz mermerden yapılmış
kısımları da var. Burası aynı zamanda Şah Cihanın karısı Mümtaz Mahal ile
tanıştığı yer. Şah Cihanın oğlu Alemgir bunun yanında Pearl denilen camiyi de
yaptırmış. Kubbesi inciye benzediği için bu isim verilmiş. Bu kale ayrıca
Unesco tarafından dünya mirası listesinde yer alıyor. Öğlene doğru sis kalkıyor
ve Tac Mahale doğru yola çıkıyoruz. Otobüsten 500 m. kala iniyoruz ve
elektrikli minibüslerle giriş kapısına geliyoruz. Amaç egzos dumanlarının Tac
Mahale zarar vermemesiymiş. Bu arada seyyar satıcı ordusu gene peşimizdeler.
Ayrıca girişte sıkı bir kontrol var. Benim cep telefon kulaklığım ve elimdeki
dergiyi bile içeri almıyorlar. Neyseki yerel rehberin arkadaşı kapıda bizi
bekliyor. Eşyalarımızı ona verip içeri giriyoruz. Ayakkabı ile girmek yasak
olduğundan girişte galoşta dağıttılar. Sonuçta gezimizin en can alıcı noktası
olan Tac Mahale girmeyi başarıyoruz.
Gerçekten çok ihtişamlı bir yapı. Her şey
simetrik. 22 yılda biten bu harika yapının tam ortasında Mümtaz Mahalın mezarı
var. Simetriyi bozan tek şey yanı başındaki Şah Cihanın mezarı. Aslında Şah
Cihan kendine de Yamuna nehrinin karşı kıyısında Tac Mahalin aynısının
siyahından bir mezar yaptırmak istemiş ama çok masraflı olduğundan oğlu
babasının bu dileğini yerine getirmesine engel olmuş. Buradaki mermerlerin
içine çeşitli değerli ve yarı değerli taşlardan kakmalar yapılmış. Giriş
kapısında da çerçeve şeklinde kur’an ayetleri yazılı. Tac Mahal ziyaretimiz
bitince artık bizde dünyadaki Tac Mahali görenler sınıfına katılmış olduk.
Buradan mermer kakma işçiliğinin yapıldığı bir atölyeye gidiyoruz. Çok güzel ve
özel ürünler var. Öğlen yemeği için Thali denen bir tepside azar azar değişik
çeşitlerde yiyecekler sunan bir restorana gidiyoruz. Ama biz restoran yerine
caddenin karşısındaki alışveriş merkezine gidiyoruz.
Yemekten sonra Jaipur’a doğru yola
çıkıyoruz ve yaklaşık 2 saat sonra Fatehpur Sikri denen saraya ulaşıyoruz.
Burası da Unesconun dünya mirası listesinde ve koruma altında. Ekber zamanında
yapılmış. Söylentiye göre Ekber’in hiç erkek evladı olmuyor. Sikri şehrinde de
bir bilge var ve bu bilge bir gün rüyasında Ekberin oğlunun olacağını görüyor.
Ekber de eğer oğlu olursa ona çok görkemli bir saray hediye edeceğinin sözünü
veriyor. İşte bu saray o saraymış. Gerçekten gezdikçe bizim Topkapı Sarayının
bunların yanında ne kadar basit kaldığını anlıyoruz. Oradan sarayın hemen
yakınındaki Cuma Camisini ziyaret ediyoruz. Caminin giriş kapısı 60 metre
yüksekliğinde ve merdivenleri de oldukça dik. Bu yüzden sadece aşağıdan
bakmakla yetiniyoruz. Yolumuz oldukça uzun ve Jaipur’a daha 5 saatimiz var.
Otobüsümüze dönüp yola koyuluyoruz. Yol tek yön olmasına rağmen karşı
istikametten araba ve kamyonların gelmesi gayet doğal. Şoförümüz de oldukça
sakin. Zaten bütün araçların arkasında “HORN PLEASE “ yazısı var. Otobüsümüz
klimalı ve koltukları biz istemeden bile geri yatabiliyor. Şoför mahalli camlı
bir kapıyla ayrılıyor ve sigara içmek isteyenler şoföre eşlik ediyor. Yollar
kırık dökük bir asfaltın üzerinde kamyonlar, traktörler, motorsikletler,
bisikletler ve deve arabalarının arasından kıvrılarak uzanıyor. 260 km.lik yolu
ortalama 50 km. hızla 5 – 6 saatte giderek saat 22:00 gibi Jaipur da oluyoruz.
Ertesi gün erkenden Amber kalesine çıkmak için yola koyuluyoruz. Uzaktan Çin
Seddini andıran surlar görülüyor. Yolun başında bizi bekleyen fillere binerek
kaleye çıktık. Bir tepenin üzerine geniş bir alana yapılmış Amber Kalesi pembe
renkte. Zaten Jaipur’daki binaların rengi genelde pembe olduğu için bu şehrin
bir adı da pembe şehir. Amber kalesi buranın mihracesi tarafından yaptırılmış.
Kalenin içinde en göze batan yapı aynalı oda. Aynalar kullanılarak değişik
motiflerle süslenmiş. Kaleden yürüyerek inerken yolda yılan oynatıcıları bizi
bekliyorlar. Yavru pitonu severek ve sepette oynayan kobralara bakarak
hayretimizi gizleyemiyoruz. Burada da seyyar satıcılar ordusu peşimizi bırakmıyor.
Kaleden ayrılıp Jaipurun içinde Guiness rekorlar kitabına da giren dünyanın en
büyük güneş saatinin olduğu Jantar Mantar astroloji merkezine geliyoruz.
Buradaki güneş saati 2 saniye hatayla saati gösteriyor. Bunun dışında
astrolojik haritayı belirleyen güneş saatleri ve burçları belirleyen güneş
saatleri var. Şehrin ortasında yer alan City Palace yani şehir sarayının bir kısmı müze olmuş. Diğer kısmında ise hala
mihrace yaşıyor. Fazla geliri olmayan mihracenin buradan gelecek gelire
ihtiyacı var.
Biraz ileride Hawa Mahal denilen bina var. Önden bakınca 5
katlıymış gibi görünüyor fakat aslında 3 katlı. Son iki katın arkasında hiçbir
şey yok. Jaipurun çarşı pazarını geziyoruz. Tahtakale ye benzer sokaklarda daha
çok rengarenk ve işlemeli kumaşlar satılıyor. Bu sokaklarda kendimizi
kaybediyoruz. Ordan bir rikşa kiralayarak Albert Hall e gidiyoruz. Şoförümüz
çok neşeli. Bağıra çağıra yoğun trafikte ilerliyoruz. Akşam yemeğinden sonra
Chantri Handi adlı panayıra gidiyoruz. Burada hint dansı yapan kızlar,
cambazlar, sihirbazlar ve astro palmist yani el falına bakanlar var. El falıma
bakan falcı 75 – 80 yaşına kadar yaşayacağımı söylüyor. Dansçı kızlarla beraber
hint dansı yapıyorum. Yapay bir gölün içinde bulunan av sarayının karşısındaki
otelimize dönüyoruz. Ertesi gün Yeni Delhiye ulaşmamız 5 saati buluyor. Metro
yapımı nedeniyle yoğun trafik var.
İlk olarak Kutub Minarı ziyaret ediyoruz.
Buraya gelen Müslümanların ilk eseri bu olmuş. Buradan ayrılıp parlamento
binası, bakanlıklar ve konsoloslukları geçerek İndian Gate’ e varıyoruz. Bu
yapının üzerinde savaşta ölen 100.000 askerin ismi yazılı. Kısa bir fotoğraf
molasından sonra Cuma Camisine gidiyoruz. Avlunun ortasındaki havuzda
Müslümanlar abdest alıyor. Aynı suda hem ayak hemde ağız çalkalanıyor. Kadınlar
ve erkekler bir arada. Caminin kapasitesi 25 bin kişilikmiş. Ancak çoğu kısmı
açık alan. Buraya ayakkabılarımızı çıkararak giriyoruz fakat pek te temiz
olduğu söylenemez.
Redford kalesi oldukça büyük. Otobüsle etrafında
dolaşıyoruz. Mahatma Gandi’nin yakıldığı Raj Gath ‘ e gidiyoruz. Çok geniş bir
yeşil alan. Pek çok okul burayı ziyaret ediyor. Son durağımız tanrı Vişnuya
adanmış tapınak. Burada hinduizm ile ilgili
pek çok şey öğreniyoruz. Yeni yapılmış modern ve temiz bir tapınak. Jan
path caddesinde turistik eşya satan dükkanlardan alışverişimizi yapıp Le
Meridien otelimize dönüyoruz. 1 saat süren yoga dersi tüm yorgunluğumuzu
alıyor. Otelimiz çok güzel. 20 katlı bir bina. Ancak fazla vaktimiz yok.
20.kattaki Yeni Delhi manzaralı restoranda yemek yeyip odamıza dönüyoruz.
Birkaç saatliğine de olsa uyuyarak gece saat 1:30 gibi tekrar yola çıkıyoruz.
Havaalanına gittiğimizde 3 saatlik rötar bizi üzüyor.Biraz perişan halde de
olsa Hindistan ve Nepal hatıralarıyla dolu bir şekilde İstanbula dönüyoruz.