THY nin direkt Malaga seferi ile Endülüs gezimize başladık. 10 günlük gezimizin merkezini Malaga olarak belirledik ve civar şehirleri gezmek için araba kiraladık. Kaldığımız Hotel California şehir merkezine çok yakın Costa del Sol sahil şeridinin başlangıcında çok şirin bir otel. 5 dakikalık yürüyüşle boğa güreşlerinin yapıldığı arenaya gidebiliyoruz. Tam önündeki duraktan geçen 3 no.lu otobüsle de şehrin iki ucuna sahilden rahatlıkla gidebiliyoruz. Malaga tam bir yazlık şehir. Nüfusu 600 bin civarında. Üniversite şehri olduğu için de genç nüfus yoğun şekilde. Ayrıca burada Emevilerden kalma tarihi kale iyi korunmuş ve ücretsiz gezilebiliyor.
Limanın arkasındaki Paseo Espana parkından bahsetmeden de olmaz. Burası iklim itibarıyla çorak bir şehir ama 1900 lerin başında buraya afrikadan getirilen tropik ağaçlar ve bitkiler şimdilerde devasa boyutlara ulaşmış ve şehrin nefes alınacak yerleri. Ayrıca burası Pablo Picasso'nun doğduğu şehir ve küçük bir müzesi ve vakıf binası bulunuyor. Merkezdeki Katedral civarı eski şehir sokakları ve restoranların bulunduğu Plaza de Constitucion ve markalı mağazaların olduğu Calle Marques de Larios, Malaga'nın en gözde mekanları.
İlk iki günümüzü otelin önündeki sahilden denize girerek geçirdik. Biz tabi önce şezlong ve şemsiyelerle kaplı bir sahil beklerken herkesin özgürce şemsiyesini saplayıp sere serpe güneşlendiği uçsuz bucaksız sahilleri görünce şaşırmadık değil. Ülkemizde olsa buraları çoktan adım adım peşkeş çekilip para vermeden giremeyeceğin (beach) lere dönüştürülürdü. Biz de hemen marketten 10 € ya bir şemsiye alıp en beğendiğimiz noktaya sapladık ve bütün günümüzü denize girerek geçirdik. Akşam yemeğini ucuza getirelim ve deniz ürünlerinin tadına bakalım dedik ve sorduğumuzda 3 no.lu otobüs ile El Palo ya gidin dediler. Bizde yarım saat mesafedeki bu mahalleye gittik. Kumsalın arkasındaki lokantaların önlerinde masa yüksekliğinde, içi kumla doldurulmuş bir sandal ve onun üzerinde yakılmış odunların ateşinde pişen sardalya,kalamar,ahtapot, karides ve çeşitli balıklar iştah açıyor.
Antonio'nun yerine oturup sardalya, kalamar ve salata sipariş ettik. 5 li sardalya çöpşiş 1,5 €. Salata 3 €. Pazar akşamı da katedral etrafında gezerken bando seslerinin geldiği tarafa yöneldik ve katedrale doğru ilahiler eşliğinde yürüyüş yapan gruba rastladık. Bu gün katolik yortusu-bayramı Corpus Christi imiş. Kalabalık; bando,ilahiler ve tütsüler alkışlarla beraber katedrale girdi ve törenler burada devam etti. Biz de ara sokaklardan yürüyerek birkaç sokak ötedeki Plaza de la Merced deki kafelerden birinde mola verdik. Flamenkocu sokak dansçılarını izledik. Tapas yedik.
Antonio'nun yerine oturup sardalya, kalamar ve salata sipariş ettik. 5 li sardalya çöpşiş 1,5 €. Salata 3 €. Pazar akşamı da katedral etrafında gezerken bando seslerinin geldiği tarafa yöneldik ve katedrale doğru ilahiler eşliğinde yürüyüş yapan gruba rastladık. Bu gün katolik yortusu-bayramı Corpus Christi imiş. Kalabalık; bando,ilahiler ve tütsüler alkışlarla beraber katedrale girdi ve törenler burada devam etti. Biz de ara sokaklardan yürüyerek birkaç sokak ötedeki Plaza de la Merced deki kafelerden birinde mola verdik. Flamenkocu sokak dansçılarını izledik. Tapas yedik.
Ertesi gün araba kiralamak için otogar civarındaki firmalarla görüştük ama günlük 60-70 € dan aşağı araç vermiyorlar. Akşam otele döndüğümüzde resepsiyondan bir firmanın günlük 40 € ya kiraladığını öğrendik. 3 günlük olunca fiyat daha da düşüyor. Otobüs veya tren fiyatlarını hesaplayınca 2 kişi için bile araç kiralamak daha mantıklı ve istediğimiz saatte hareket edebileceğimiz şekilde aracımızı kiralıyoruz. Ertesi sabah saat 10 da aracı kapıya getirdiler. Biz de hemen atlayıp Sevilla'ya doğru yola koyulduk. Yaklaşık 210 km. lik yol 3 saate yakın sürdü. Şehire girip navigasyonun yönlendirmesi ile doğruca Sevilla Katedralinin yanına kadar geldik. Burada sıcaklık değişti ve hava 40 lı derecelere ulaştı.
Bu yapı dünyanın en büyük gotik kilisesiymiş.1402 yılında başlayan inşaat 1506 yılına kadar devam etmiş. Katedralin inşaatından sorumlu olan dini yetkililer mimarlar, sanatçılar, vitray uzmanları, taş ustaları; marangozlar ve işçilerin masraflarını karşılamak için maaşlarının yarısını inşaat sürecinde bağışlamışlar.
Çan kulesi Giralda ise tam 105 metre yükseklikte. Bir de Kristof Kolomb'un mezarı da katedralin içinde. Giriş ücreti 14 €. Hemen karşısında ise Arap sarayı Alcazar'ın girişi var. Buraya giriş ise 9,50 € Avrupanın hâla kullanımda olan en eski sarayıymış. Kapısında haç tutan aslan kabartması olan ve müslümanlardan sonra hıristiyan kralların ele geçirip bozmadan koruduğu, kurandan ayetler ile süslenen duvarları, tahta işlemeli göz alıcı tavanları ve elbetteki mermer sütunları ile gerçekten zamanının göz kamaştıran bir yapısıymış.
Sarayı gezip bitirdikten sonra Sevillanın eski musevi mahallelerinde daracık sokaklarında geziniyoruz. Bu şehirden bir çok ünlü sanatçı da yetişmiş. Velazqez,Murillo gibi. Cervantes de Don Kişot romanını buradaki hapishanede yazmış.
Sevilla'ya gelip mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri de Plaza de Espana. Maria Luisa parkının içinde bulunan bu meydan ve yapı 1920 lerde uluslararası bir fuar sebebiyle yapılmış ve içinde bir çok devlet kurumu yeralıyor. İspanya şehirlerinin herbiri için kuzeyden güneye döner şekilde seramikten köşeler yapılmış. Önündeki havuzda sandal sefası yapabilir ve fayton kiralayarak bu devasa parkı gezebilirsiniz. Burayı da gezmeyi bitirip Malaga'ya geri dönüyoruz.
Dönüş yolunda iki tane Malaga tabelası var. Biri A-07 ve diğeri AP-07. Biz de bilmeden AP-07 ye girince hem kilometre olarak uzun hem de paralı yola girmişiz. Gişelere gelince 4,35 € ödedik .Gişedeki kadının pis pis sırıtışını hiç unutamıyoruz. Ertesi gün 1 buçuk saat uzaktaki Granada şehrine gitmek için yola çıkıyoruz. Ama yolumuzu Nerja'ya çevirip bu güzel koyda öğleden sonraya kadar deniz keyfi yapıyoruz. Nasıl olsa buralarda hava saat 22:00 de kararıyor. Nerja'nın bir diğer ismi de avrupanın balkonu. Bizim Kaştaki Kaputaşı andırıyor. Costa del Sol sahilinin en güzel denizi bence burada.
Öğleden sonra eski Gırnata krallığı olan Granada'ya gidiyoruz. Burada ilk durağımız ünlü Elhamra Sarayı. Bir tepeye kurulu kale içindeki bir çok havuzlu bina ve bahçeden oluşan sarayın girişindeki kalabalık, havanın sıcaklığı ve 14 € giriş ücreti bizi içeri girmekten alıkoyuyor. Alcazar sarayının daha büyüğü ve daha güzeli olduğunu resimlerden görüyoruz ve sadece dışarıdan görülebilecek yerleri gezmekle yetinip şehir merkezine gidiyoruz. Granada, ispanyollara son teslim olan müslüman emevi şehri olması nedeniyle ispanyol ve müslüman mimarisinin karışımı yapıları ile, tapas kültürü ve flamenko gösterileri ile ünlü bir şehir. Aslında Endülüs bölgesinde hangi şehre gitseniz flamenkonun ilk doğduğu şehir burasıdır diye bahsediliyor.
Gran Via de Colon caddesinin sonundaki jardines del triunfo bahçesinin arkasına park edip hemen yandaki Granada üniversitesi ana binasına giriyoruz. İçeride resim sergisi var ve bir orkestra klasik müzik çalışması yapıyor. Avlularında çeşitli heykellerin ve manolya ağaçlarının olduğu bu huzurlu binayı gezip Gran Via De Colon caddesinin diğer ucundaki katedrale yürüyoruz. Bu devasa yapı diğer binaların arasına sıkıştırılmış gibi. Etrafındaki dar sokaklar, mağazalar ve kafelerle dolu ve akşama doğru genç nüfus buralara doğru akmaya başlıyor. Biz de akşam yemeğimizi Plaza de Romanillo daki Punto de İnfo da yiyerek, dinlenip Malaga ya geri dönüyoruz.
Ertesi günkü hedefimiz 3 saatlik uzaklıktaki Cadiz. Ama sahili takip ederek Cebelitarık üzerinden gitmeyi planlıyoruz. Cadiz tabelasını görüp gaza basınca AP-07 tabelasını unutup paralı yola girmiş bulunuyoruz. Tabi kısa bir sürüşten sonra gişedeki kadın daha pis sırıtıyor. Bu sefer 7,45 € ödüyoruz ve Marbella dan otobandan çıkıyoruz. Ama A-07 tabelaları öyle güzel gizlenmiş ki dikkat etmesek doğru gişelere gideceğiz. Marbella'dan Estapona üzerinden La Linea'ya geliyoruz. Burası Cebelitarık yarımadasının başlangıcı bir kasaba ve liman.
Cebelitarık da kocaman bir tepe ve İngilterenin kontrolunda olduğundan İngiliz vizesi soruluyor. Girişte de çok uzun bir araba kuyruğu olunca girmekten vaz geçip limanın yanındaki geniş kumsaldan denize giriyoruz. Afrikaya en yakın nokta Cebelitarık değil aslında. Buraya 1 saat uzaklıktaki Tarifa. La linea da biraz vakit geçirip Tarifa ya devam ediyoruz. Yolda tabelalar gene AP-07 ye yönlendirip duruyorlar. Bir ara önümüze gelen kavşakta Adana tabelası görünce çok şaşırıyoruz.
Sonunda Tarifa marinasına ulaşıyoruz. Burunun sağ tarafındaki kumsallar sörf alanları ve bir çok rüzgar sörfü ve kite sörf yapan insan var. Sol taraf ise marina ve liman. Buranın kumsalı tamamen sakin ve halk denize giriyor.
Biz de kumsala serilip denizden faydalanıyoruz. Buradan Fasa günübirlik turlar da yapılıyor. Veya hergün Tangier şehrine tarifeli feribot seferleri var. Ayrıca burada Atlas okyanusundan akdenize balık göçlerinin izlendiği balina görmek garantili turlar da yapılmakta. Akşama kadar burada vakit geçirip sahilden paralı yollardan kaçarak Marbella'ya geliyoruz. Burası bizim Bodrum, Marmaris gibi ama onlardan daha lüks bina ve yatların olduğu, golf otelleriyle dolu avrupanın jet sosyetesinin uğrak yeri bir tatil beldesi. Sahil yolu trafiğe kapalı ve restoranları her keseye hitap ediyor. Biz de kesemize uygun bir yerde karnımızı doyurup Malagaya geri dönüyoruz. Gece otele arabayı teslim edip geride kalan iki günümüzü de kumsallarda dinlenerek geçiriyoruz. Cumartesi akşamı Malagueta plajına dev bir sahne kuruyorlar ve akşam saat 23:00 gibi sahnedeki DJ ve şarkıcılar sırayla sanatlarını icra ediyorlar. gençler plajları doldurup çılgınca eğlenmeye başlıyorlar. Tahminimce 50 bin kişi vardı sahillerde.
Son akşam da paella yemek için El Patio adındaki restorana gittik.
Sangria eşliğinde yediğimiz deniz ürünlü paella daha önce yediklerimizin en iyisiydi. Çıkışta Plaza de Las Flores'teki Chiquita Cruz Bar daki salsa gecesine takılıyoruz ve çok eğleniyoruz.
Bu yapı dünyanın en büyük gotik kilisesiymiş.1402 yılında başlayan inşaat 1506 yılına kadar devam etmiş. Katedralin inşaatından sorumlu olan dini yetkililer mimarlar, sanatçılar, vitray uzmanları, taş ustaları; marangozlar ve işçilerin masraflarını karşılamak için maaşlarının yarısını inşaat sürecinde bağışlamışlar.
Çan kulesi Giralda ise tam 105 metre yükseklikte. Bir de Kristof Kolomb'un mezarı da katedralin içinde. Giriş ücreti 14 €. Hemen karşısında ise Arap sarayı Alcazar'ın girişi var. Buraya giriş ise 9,50 € Avrupanın hâla kullanımda olan en eski sarayıymış. Kapısında haç tutan aslan kabartması olan ve müslümanlardan sonra hıristiyan kralların ele geçirip bozmadan koruduğu, kurandan ayetler ile süslenen duvarları, tahta işlemeli göz alıcı tavanları ve elbetteki mermer sütunları ile gerçekten zamanının göz kamaştıran bir yapısıymış.
Sarayı gezip bitirdikten sonra Sevillanın eski musevi mahallelerinde daracık sokaklarında geziniyoruz. Bu şehirden bir çok ünlü sanatçı da yetişmiş. Velazqez,Murillo gibi. Cervantes de Don Kişot romanını buradaki hapishanede yazmış.
Sevilla'ya gelip mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri de Plaza de Espana. Maria Luisa parkının içinde bulunan bu meydan ve yapı 1920 lerde uluslararası bir fuar sebebiyle yapılmış ve içinde bir çok devlet kurumu yeralıyor. İspanya şehirlerinin herbiri için kuzeyden güneye döner şekilde seramikten köşeler yapılmış. Önündeki havuzda sandal sefası yapabilir ve fayton kiralayarak bu devasa parkı gezebilirsiniz. Burayı da gezmeyi bitirip Malaga'ya geri dönüyoruz.
Dönüş yolunda iki tane Malaga tabelası var. Biri A-07 ve diğeri AP-07. Biz de bilmeden AP-07 ye girince hem kilometre olarak uzun hem de paralı yola girmişiz. Gişelere gelince 4,35 € ödedik .Gişedeki kadının pis pis sırıtışını hiç unutamıyoruz. Ertesi gün 1 buçuk saat uzaktaki Granada şehrine gitmek için yola çıkıyoruz. Ama yolumuzu Nerja'ya çevirip bu güzel koyda öğleden sonraya kadar deniz keyfi yapıyoruz. Nasıl olsa buralarda hava saat 22:00 de kararıyor. Nerja'nın bir diğer ismi de avrupanın balkonu. Bizim Kaştaki Kaputaşı andırıyor. Costa del Sol sahilinin en güzel denizi bence burada.
Öğleden sonra eski Gırnata krallığı olan Granada'ya gidiyoruz. Burada ilk durağımız ünlü Elhamra Sarayı. Bir tepeye kurulu kale içindeki bir çok havuzlu bina ve bahçeden oluşan sarayın girişindeki kalabalık, havanın sıcaklığı ve 14 € giriş ücreti bizi içeri girmekten alıkoyuyor. Alcazar sarayının daha büyüğü ve daha güzeli olduğunu resimlerden görüyoruz ve sadece dışarıdan görülebilecek yerleri gezmekle yetinip şehir merkezine gidiyoruz. Granada, ispanyollara son teslim olan müslüman emevi şehri olması nedeniyle ispanyol ve müslüman mimarisinin karışımı yapıları ile, tapas kültürü ve flamenko gösterileri ile ünlü bir şehir. Aslında Endülüs bölgesinde hangi şehre gitseniz flamenkonun ilk doğduğu şehir burasıdır diye bahsediliyor.
Gran Via de Colon caddesinin sonundaki jardines del triunfo bahçesinin arkasına park edip hemen yandaki Granada üniversitesi ana binasına giriyoruz. İçeride resim sergisi var ve bir orkestra klasik müzik çalışması yapıyor. Avlularında çeşitli heykellerin ve manolya ağaçlarının olduğu bu huzurlu binayı gezip Gran Via De Colon caddesinin diğer ucundaki katedrale yürüyoruz. Bu devasa yapı diğer binaların arasına sıkıştırılmış gibi. Etrafındaki dar sokaklar, mağazalar ve kafelerle dolu ve akşama doğru genç nüfus buralara doğru akmaya başlıyor. Biz de akşam yemeğimizi Plaza de Romanillo daki Punto de İnfo da yiyerek, dinlenip Malaga ya geri dönüyoruz.
Ertesi günkü hedefimiz 3 saatlik uzaklıktaki Cadiz. Ama sahili takip ederek Cebelitarık üzerinden gitmeyi planlıyoruz. Cadiz tabelasını görüp gaza basınca AP-07 tabelasını unutup paralı yola girmiş bulunuyoruz. Tabi kısa bir sürüşten sonra gişedeki kadın daha pis sırıtıyor. Bu sefer 7,45 € ödüyoruz ve Marbella dan otobandan çıkıyoruz. Ama A-07 tabelaları öyle güzel gizlenmiş ki dikkat etmesek doğru gişelere gideceğiz. Marbella'dan Estapona üzerinden La Linea'ya geliyoruz. Burası Cebelitarık yarımadasının başlangıcı bir kasaba ve liman.
Cebelitarık da kocaman bir tepe ve İngilterenin kontrolunda olduğundan İngiliz vizesi soruluyor. Girişte de çok uzun bir araba kuyruğu olunca girmekten vaz geçip limanın yanındaki geniş kumsaldan denize giriyoruz. Afrikaya en yakın nokta Cebelitarık değil aslında. Buraya 1 saat uzaklıktaki Tarifa. La linea da biraz vakit geçirip Tarifa ya devam ediyoruz. Yolda tabelalar gene AP-07 ye yönlendirip duruyorlar. Bir ara önümüze gelen kavşakta Adana tabelası görünce çok şaşırıyoruz.
Sonunda Tarifa marinasına ulaşıyoruz. Burunun sağ tarafındaki kumsallar sörf alanları ve bir çok rüzgar sörfü ve kite sörf yapan insan var. Sol taraf ise marina ve liman. Buranın kumsalı tamamen sakin ve halk denize giriyor.
Biz de kumsala serilip denizden faydalanıyoruz. Buradan Fasa günübirlik turlar da yapılıyor. Veya hergün Tangier şehrine tarifeli feribot seferleri var. Ayrıca burada Atlas okyanusundan akdenize balık göçlerinin izlendiği balina görmek garantili turlar da yapılmakta. Akşama kadar burada vakit geçirip sahilden paralı yollardan kaçarak Marbella'ya geliyoruz. Burası bizim Bodrum, Marmaris gibi ama onlardan daha lüks bina ve yatların olduğu, golf otelleriyle dolu avrupanın jet sosyetesinin uğrak yeri bir tatil beldesi. Sahil yolu trafiğe kapalı ve restoranları her keseye hitap ediyor. Biz de kesemize uygun bir yerde karnımızı doyurup Malagaya geri dönüyoruz. Gece otele arabayı teslim edip geride kalan iki günümüzü de kumsallarda dinlenerek geçiriyoruz. Cumartesi akşamı Malagueta plajına dev bir sahne kuruyorlar ve akşam saat 23:00 gibi sahnedeki DJ ve şarkıcılar sırayla sanatlarını icra ediyorlar. gençler plajları doldurup çılgınca eğlenmeye başlıyorlar. Tahminimce 50 bin kişi vardı sahillerde.
Son akşam da paella yemek için El Patio adındaki restorana gittik.
Sangria eşliğinde yediğimiz deniz ürünlü paella daha önce yediklerimizin en iyisiydi. Çıkışta Plaza de Las Flores'teki Chiquita Cruz Bar daki salsa gecesine takılıyoruz ve çok eğleniyoruz.