Puslu bir İstanbul sabahından pırıl pırıl ve sıcacık bir havadaki Salzburg Amadeus Mozart havaalanı'na indik. Bu sene İstanbul'a bir türlü gelemeyen yaz buraya çoktan gelmiş. Hemen 2 no.lu otobüse binerek Hofwirt bölgesindeki otelimizin önüne kadar 15 dakikada geliyoruz. Çantalarımızı bırakıp sokakları keşfe başlıyoruz. İki sokak ötede Mirabelplatz meydanı var. Buradaki saray ve sarayın bahçesi çok ünlü. Bahçe birbirinden güzel ve renkli çiçeklerle, yunan mitolojik tanrı heykelleriyle dolu. Ayrıca bahçede yapılan düğünlere de rastlamak mümkün.
Bu köprünün özelliği aşklarını sonsuza kadar sürdürmek isteyen aşıkların bu köprünün tellerine asma kilitler takıp anahtarını da nehire atması. Ama belediye 2-3 senede bir bu kilitleri söküp temizliyormuş. Ama köprünün görüntüsü renklenmiş. Sadece yayaların geçtiği ve müzisyenlerin sanatlarını icra ettikleri köprüden karşıya geçip Getridegasse sokağına geliyoruz.
Markalı mağazalar, otel ve restoranlarla dolu bu sokağın en önemli özelliği dükkanların tabelalarının ferforje demirden sanat harikaları olması.
Salzburg denince de ilk akla gelen tabi ki Mozart. Bu sokakta Mozartın doğduğu ev bulunuyor ve bir arka sokakta da yaşadığı ev var. İkisini de müze yapmışlar. Saat 17 ye kadar gezilebilir. Öndeki meydanda da güzel bir heykeli var.
Eski kent Altstadt'ı gezmeye devam ediyoruz. Meydanlar meydanlara açılıyor, faytonlar turistleri gezdiriyor , katedral meydanında da bir müzik festivali var. Sahne kurulmuş ve banklar sıralanmış. Sahneye sırayla gelen orkestralar, bandolar, banklara sıralanmış kalabalığı coşturuyor, insanlar neşe içinde biralarını yudumluyorlar. Müzik durunca kiliselerin çanları başlıyor ve durmak bilmiyor. Birbaşka meydan Kapitelplatz da Mozart çikolatalarını temsil eden Sphaera heykeli ve yanındaki dev satranç, bu barok stil meydandaki modern sanat temsilcileri.
Başka bir meydandaki kafelerden birinde mola verip dinleniyoruz. Sonra tekrar kapitelplatz meydanından Hohensalzburg kalesine çıkan fünikülere yürüyoruz. Ama saatimiz dolmadığı için ücret ödemek istemediğimizden kaleye yürüyerek çıkıyoruz. İyiki de böyle yapmışız. Şatonun ahırlarından girerek yukarı kadar zor bir yürüşle birçok bölümünü geziyoruz. İçeride bir de kukla müzesi var. Giriş ücretsiz.
Kalenin en tepesinden kuşbakışı Salzburg manzarası nefes kesici. Japon turistler eşliğinde bol bol fotoğraf çekip restorana geçiyoruz. Yemekten sonra da şatonun en üst salonlarından birinde Mozart, Hayden ve Strauss eserlerinden derleme bir konsere katılıyoruz. Çello çalan şişman adamın eserleri kendinden geçerek çalması konser sonunda en çok alkışı alıyor. 2 saatlik ruhsal rahatlama terapimizin sonunda fünikülerle aşağı inip otele dönüyoruz.
Ertesi gün saat 10:30 da otelden ayrılıp havaalanından kiraladığımız arabayı teslim alıyoruz ve rotamızı Salzburg'a 53 km uzaklıktaki ünlü Hallsatatt köyüne çeviriyoruz. Batıya doğru Bad Ischl kasabası üzerinden güneye dönüp göl boyunca ilerleyerek bu harikulade köye varmak istiyoruz. Biz önceden inceledik ve toplu taşıma yerine araba kiralamaya karar verdik. Çünkü yol boyunca o kadar güzel manzara ve durup fotoğraf çekecek yerler var ki iyi ki de böyle yapmışız. Mevsim ilkbahar olunca da yeşilin sayamadığımız kadar çok tonu olduğunu da farkettik. Bad Ischl kasabası tam bir kaplıca cenneti. Burada birçok kaplıca oteli hizmet veriyor. Bizim kaldığımız pansiyon Waldesruh da Katrin tepesine çıkan teleferiklerin başlangıç noktasında orman kenarında. İsminin pansiyon olduğuna bakmayın çok temiz ve yeni tadilattan geçmiş bir yer. Zaten ülke standardı yüksek olduğundan herşey kaliteli. Otele çantamızı bırakıp aylardır hayalini kurduğumuz Hallstatt'a doğru yola çıkıyoruz.
Yol üzerinde Bad Goisern de durup karnımızı doyuruyoruz ve gölün kenarından giden yolu takip ederek en son bir tünele giriyoruz ve tünelin çıkışında Hallsatatt'a varıyoruz. Köyün girişinde kalabalık turist grupları son fotoğraflarını çekip otobüslere binerken yeni gruplar heyecanla otobüslerden inip selfi çubuklarıyla koşuşturuyorlar. Biz de burada durmayıp daha uygun bir nokta bulmak umuduyla ileri doğru devam ediyoruz. Köyün çıkış noktasındaki ne olduğunu tam anlayamadığımız okul gibi bir binanın bahçesine giriyoruz. Burada ücretsiz park edip köyü tam karşıdan gören yeşilliklere serilerek göle giren ve güneşlenen gençlere katılıyoruz.
Burası o kadar huzur verici ki köyü gezmeyi ertesi güne bırakıp akşama kadar burada vakit geçiriyoruz ve hava kararmadan aynı yoldan otele dönüyoruz. Ertesi gün hava gene çok sıcak ve günün en sıcak saatlerinde dolaşmamak için Hallstatt'a varınca önce tuz madenini gezip, köyü gezmeyi öğleden sonraya bırakıyoruz.
Merkezdeki fünikülerle tepeye çıkıp oradan biraz daha yürüyerek en tepedeki madenin girişine geliyoruz. Biletler kişi başı 30 €. Burada 60 kişilik gruplar halinde ve rehber eşliğinde 2 saate yakın bir gezi yapıyoruz. Madenin yaklaşık 400 metre içine kadar iniyoruz. Bu inişler tahtadan yapılmış kaydıraklarla ve çok eğlenceli oluyor. İçeride rehber bize ışık gösterileri eşliğinde tuzun 250 milyon yılda nasıl oluştuğunu ve taş devrinden bu yana burada tuzu nasıl çıkarttıklarını anlatıyor. Hatta burada neolitik çağdan kalma dünyanın ilk merdiveni ve tuz çıkarırken öldüğü sanılan insan kemikleri bulunmuş. Artık bu yolu nasıl çıkacağız diye düşünürken rehber bizi küçük tahta bir trene bindiriyor ve 3-4 dakikada dışarı çıkıyoruz. Patikadan yürüyüp fünikülerin olduğu noktanın birkaç metre yukarısındaki skywalk'a varıyoruz.
Buradan göle kuşbakışı bakmak inanılmaz bir duygu. Ama bunu yaşamak için fotoğraf kuyruğuna girmeniz lazım. Saatler su gibi akıyor ve aşağı inip köyü gezme zamanı. Fünikülerle inip japon turistleri aşarak köye giriyoruz. Evlerin hepsi güzellikte birbiriyle yarışıyor. Sanki burası film stüdyosu gibi Herkes en güzel kareyi çekmenin peşinde. Göl kenarındaki bir restoranda karnımızı doyurup gölde gezinti yapan teknelerden kiralıyoruz. Elektrik motoruyla çalışan tekneler hiç ses çıkarmıyor ve gölde bir sağa bir sola gezerek bu güzel yeri bir kezde gölden fotoğraflıyoruz.
Tekneyi teslim edip tura devam ediyoruz. Kilisenin olduğu meydanda oturup dinleniyoruz. Evlerin önüne sarmaşık gibi sardırılan meyve ağaçları gerçekten çok ilginç. Evlerin arasında gezmekten yorulup dünkü güneşlendiğimiz yeşilliklere serilmeye gidiyoruz. Hava kararmadan da bu güzel yeri arkamızda bırakıp tünelden geçerek tekrar otele dönüyoruz.
Ertesi gün otelden ayrılarak Salzburga doğru yola çıkıyoruz. Uçağımız akşam 18:45 te olduğundan bu güzel coğrafyayı iyice içimize sindirip dönmek istiyoruz.
Yolumuz üzerindeki Wolfgangsee gölü civarını geziyoruz. Göl kenarı yazlık evlerle çevrili ve gölde su kayağı ve buna benzer çeşitli aktiviteler yapanlar var. Gölde vapur ile gezmek de mümkün. Uygun bir kamp alanı bulup göle ayaklarımızı sokuyoruz ve dinleniyoruz. Burdan devam edip St.Gillen kasabasında bir tur atıyoruz ve saat 4 e doğru Salzburg'a varıyoruz. Havaalanına gitmeden de süpermarkete uğrayıp ünlü Mozart çikolatalarından almayı da ihmal etmiyoruz.