25 Şubat 2016 Perşembe

MAURITIUS 14.02.2016




 THY'nin yeni destinasyonu ile İstanbuldan 9:45 saatlik uçuş ile Hint Okyanusunun ortasındaki Mauritius adasına saat 13:00 gibi ulaşıyoruz. İstanbul ile saat farkı 2 saat ileride. Burası Afrika kıtasına bağlı bir ada devleti olup sırasıyla Portekiz-Hollanda-Fransa-İngiltere sömürgesi olarak yaşamış ve 1968 yılında bağımsızlığını elde etmiş. Havaalanından çıkınca çarpan sıcak ve nemli hava İstanbuldan çok uzaklarda olduğumuzu hemen belli ediyor. Önce bir miktar para bozduruyoruz. 1 Euro : 40 Rupi gibi düşünürsek 1 TL de 12 Rupi civarı. Çıkışta önceden kiraladığımız arabanın firma elemanı bizi karşılıyor ve kısa bir teslimattan sonra Toyota'mıza kurulup gaza basıyoruz. Ama sürüş okadar da keyifli değil çünkü düreksiyon sağda ve trafik soldan akıyor. Dönüşlerde de sinyal vermek isterken sürekli silecekleri çalıştırıyorum. Alışması biraz vakit alıyor. Alllahtan otomatik vites aldık ta bir de onla uğraşmıyorum. Havaalanı adanın güneyinde ve bizim kalacağımız otel kuzey doğuda. Adanın tan ortasında güzel bir otoban var ve yaklaşık 40 km. kuzeye giderek başkent Port Louisten hemen sonraki koy olan Tombeau Bay'e geliyoruz. Sapaktan 4 km. daha içeri giderek Villa Alizee'ye varıyoruz. Otelimiz şeker kamışı tarlalarının dibinde ve çok şirin. Bahçesinde küçük bir jakuzisi bile var. Sahibi Jan ve Pamela uzun yılllar otellerde çalışmış, iki sene önce kendi işletmelerini kurmuş, son derece kibar ve yardımsever bir çift. Biri engelli üç çocuklarıyla beraber hem oteli işletip hem de hayatlarını yaşıyorlar. Biz odamıza yerleşip saat 14:00 gibi kendimizi dışarı atıyoruz. Jan'ın bize yaptığı kısa bir program ile adanın kuzey batısındaki koyları gezmeye başlıyoruz. Otobana çıkıp kuzeye doğru Balaklava sahiline gidiyoruz ama hava kapatıyor ve birden şiddetli bir yağmur boşalıyor. Bir müddet arabada yağmuru seyrediyoruz ve dinince kumsala çıkıyoruz ve ıslak kumlarda yalın ayak gezerek elektriği üzerimizden atıyoruz. Burada kumsalı ikiye bölen bir dere var, birkaç yerli çocuk dalgalarla oynuyor, kumsalın arkası ağaçlık. Ama ağaçlar adaya özel ve şemsiye vazifesi görüyorlar. Yağmur tekrar başlayınca arabaya dönüyoruz ve daha kuzeye Trou Aux Biches sahiline gidiyoruz. Burası öncekine göre biraz daha kalabalık ama denizin içi taşlık. Biz beyaz kumsalları aramak için devam ediyoruz ve en kuzey uçtaki Grand Baie 'e geliyoruz.

Geçtiğimiz yollar boyunca şeker kamışı tarlaları göz alabildiğine uzanıyor ve yerleşim yerlerine yaklaştıkça sahillerin oteller ve özel villalar tarafından kapatılıp merkezi yerlerde halk plajı olduğunu görüyoruz. Kapitalist düzen okyanusun ortasında da tıkır tıkır işliyor. Halk plajları da hayal ettiğimizden farklı. Bizim Şile-Kilyos plajları gibi. Ama paralı değil allahtan. Kumsalların arkaları ağaçlık ve herkes ağaçların altına yayılmış vaziyette. Kumsaldan da denize giriliyor. Denizde şamandıralı bölge güvenli ve ötesi teknelerin geçiş alanı. Ama suyun içi bir başka dünya. Buraya sakın deniz gözlüğü olmadan gelmeyin. Biz de kumsalda uygun bir yer bulup havlularımızı seriyoruz ve denize adımımızı atıyoruz. Türkiyede kış yaşanırken burada sıcak ve dinlendirici denize kendini bırakmak insana ekstra bir zevk veriyor. Şamandıralara kadar yüzdükten sonra mercanlar  başlıyor ve renk renk balıklar etrafınızı sarıyor. Hele bazı balıklar mercanların üzerinde durduğunuzda kabadayılık taslayıp maskenin camına ufak saldırılar yapıp sizi uzaklaştırmaya çalışıyor. Bir müddet bu güzel akvaryumu seyredip sudan çıkıyoruz ve yol kenarındaki meyvacılardan muz ve hindistan cevizi alıyoruz. Hindistancevizinin kafasını palayla uçurup plastik pipetle suyunu içiyoruz ve bitince satıcı gene palasıyla meyvayı ikiye bölüyor ve kenarından da bir parça keserek bunu kaşık gibi kullanarak içini sıyırmamızı söylüyor.
Taze taze bu enfes meyvaları yedikten sonra kumsala dönüp güneşin batışının enfes görüntülerini fotoğraflıyoruz. Ama üzülerek söylemek gerekir ki burası beklediğimden pahalı. Adaya sebze meyva dışarıdan geliyor ve taneyle satılıyor. Elma,portakal gibi meyvaların tanesi 1 TL den pahalı. Hava kararmak üzereyken otele dönüyoruz. Akşam yemeğini de otelde deniz ürünleri ile dolu bir tabakla yapıyoruz. Yemekten sonra Jan ile birlikte ertesi gün gidebileceğimiz yerlerin programını yapıyoruz ardından yorgun bedenlerimizi yatağa atma vakti geliyor.
Ertesi gün 8:00 gibi kalkıp kahvaltının ardından arabamıza atlıyoruz ve otobana çıkıp adanın orta kısımlarını keşfe çıkıyoruz. Sırasıyla Port Louis-Quatre Bornes-Vacoas üzerinden güneye doğru ilerleyip Black River Gorges milli parkını solumuzda bırakıp adadaki Hindu halk için çok önemli olan küçük bir krater gölünün içinde bulunan tapınak Grand Basin'e varıyoruz.

 Yolun girişinin 4 şerit asfalt olması, buranın önemli tarihlerde çok kalabalık olduğu gösteriyor. Yolun bitiminde sağ tarafta 33 metre boyunda bir Hindu tanrı Shiva heykeli bizi karşılıyor. Solda da gene aynı boyutlarda, bir aslanın önünde durmuş Shiva heykeli yapım aşamasında. Bu iki devasa heykelin arasından kıvrılan yoldan devam edip kutsal göle ulaşıyoruz. Merdivenlerle gölün kenarına iniyoruz ve suyun içinde de diğer tanrıların heykelleri önlerinde dua edip adak adayan hinduları rahatsız etmeden fotoğraflarını çekiyoruz.
Maymun tanrı Hanuman, Fil başlı Ganesh, ve birkaç tane daha heykelin etrafında suyun içinde geziniyoruz. Suda da küçük balıklar var. Gerçekten mistik ve huzurlu bir yer. İşimiz bittikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Yol kıvrılarak 1 km. aşağıya doğru devam ediyor ve düze inince çay tarlaları başlıyor. Manzara harika. Ama daha çok devam etmeden geri dönerek batıya doğru yöneliyoruz. Milli parkın içinden yaklaşık 20 km devam ederek Chamarel'e geliyoruz. Burada Alexandra şelaleleri var. Arabayı otoparka bırakıp patikayı takip ederek tepelik alana varıyoruz. Karşımızda 2 tane cılız şelale, tepeleri bulutlu, yeşill iklerle kaplı tepelerden aşağıya dökülüyor. Önümüzdeki vadi manzarası da enfes. Yemyeşil bir balkondan aşağılara doğru bakarken vadi önümüzde denize kadar uzanıyor.
Yağmur başlayınca Chamarel köyüne dönüp buradaki ilginç müzeyi gezmeye karar veriyoruz. Curious Corner of Chamarel bir gariplikler müzesi. Her odasında çeşitli ilüzyonlar gizli. Bu tabiat harikası adada müze mi gezilir demeyin. Hele yağmur bastırırsa hemen girin derim. Giriş ücreti 275 Rupi yani 23 TL.

 Yağmur durunca müzenin karşısından milli parka giriş yapıyoruz.Giriş 200 Rupi. Önce ilk park yerinde bence adanın en güzel şelalesini görüyoruz. İsmi Chamarel çağlayanı. Tarzan filmlerinden bir sahne sanki. Bu büyüleyici manzarayı ölümsüzleştirmek isteyen Japon gelin ve damat ile biz de fotoğraf çektirip yolumuza devam ediyoruz.

Sonraki durağımız biraz ilerideki Seven Coloured Earth yani türkçesi Yedi Renkli Dünya. Bu ilginç yer küçücük tepecikler ve içerdiği volkanik tabakalar yüzünden farklı renklerde parlıyorlar ve yeşilliklerin ortasında hiç bitkinin yetişmediği bir bölge. Parkın bir köşesinde de dev kara kaplumbağaları var. Yanlarına gittiğimizde ilginç sesler çıkararak çiftleşiyor etrafını saran turistler de gülüşerek fotoğraflarını çekiyorlardı.
Tepelerin etrafındaki parkuru bitirip tekrar yola düşüyoruz ve batı sahillerine kadar harika dağ manzaraları eşliğinde yol alıyoruz.
Deniz gözüktüğünde ilk durak Tamarin. Ama adanın kuzeyi gibi batısı da otellerin istilasından nasibini almış. Kumsalların en güzel kısımları duvarlarla çevrilmiş. GPS ten gözüken kumsala vardığınızda karşınıza duvar çıkıyor. Ancak merkezi yerlerdeki halk plajlarına girebiliyorsunuz. Biz de uygun bir sahil bulmak umuduyla kuzeye doğru devam ediyoruz. Akşam gün batımı yaklaşırken Flic en Flac sahili bizi çekiyor ve hemen ağaçların altına park edip havlularımızı kumsala atıyor ve pırıltılı denize koşuyoruz. Gün batımı enfes manzaralar sunuyor. Güneş kayboldukça bulutlar kızarıyor ve eve dönüş vakti geliyor.

Sahil boyunca devam edip Port Louis limanına varıyor ve buradan da Tombeau Bay deki otelimize geri dönüyoruz. Ertesi gün adanın kuzeydoğusunu görmek için otobandan gaza basıyoruz.Artık 3. gün sağdan direksiyona iyice alışıyorum.  ilk durağımız Pamplemousses teki botanik parkı.

Burada hiç görmediğimiz ağaçlar, dev nilüferler, 100 yılda bir açan palmiyeleri ve çeşitli kuşları, dev kaplumbağaları görüp adanın en kuzeyindeki Grand Baie ye varıyoruz ve buradan sahil yolu ile koy koy devam ediyoruz. Pereybere'den Paul et Virginie 'e kadar geliyoruz. Burası bir klasik fransız romanında geçen hikayenin yaşandığı yermiş. Birçok gemi burada batmış. Romandaki kız da aşkına kavuşmak için adaya gelirken burada gemisi batmış ve kız ölmüş.
Burundaki küçük parkta bir de anıtı var. Kuzeyde de durum farklı değil. Otellerden denize ulaşmak imkansız. Sahil yolundan güneye doğru devam ederek Belle Mare sahiline geliyoruz. Burası gerçekten adanın en geniş ve rahat kumsalı, Günü burada bitirip akşam yemeğini Port Louis deki Waterfront ta yeyip otele dönüyoruz.
Ertesi günü Port Louis merkezindeki limana ve alışverişe ayırıyoruz. Limandaki Waterfront, lüks AVM ler ve restoranların bulunduğu turistik bir merkez. Biraz gezdikten sonra aşırı pahalı olduğunu anlayıp otoyolun karşısına geçiyoruz ve gerçek Mauritius pazarlarına dalıyoruz.
Sebze meyve hali çok hareketli ama herşey taneyle satılıyor. Yerel halk ta tane ile alıyor. Halden çıkıp kıyafetlerin satıldığı pazara giriyoruz. Waterfrontta 2500 rupi çektikleri şile bezi gömleği burada kısa bir pazarlıktan sonra 500 rupiye alıyorum.Buradan  arap mahallesine gidiyoruz. Cuma mescidi adında bir camiye girip bahçesinde dinleniyoruz. Çin mahallesinde de kayda değer birşey yok. Dükkanlarda genelde çinliler var ama nalburiye türü dükkanlar. Öğlene kadar dolaşıp ufak tefek alışveriş yapıyoruz. Dodo kuşu temalı birçok  hediyelik eşya var ama Dodo kuşunun neslini tüketmişler. Kuşu o kadar avlamışlar ki şimdi sadece hediyelik eşyalarda yaşıyor. Alışveriş bitince rotayı Pamplemousses' teki şeker fabrikasına çeviriyoruz. Burada adada ekilen şeker kamışının nasıl şekere dömüştüğünün hikayesini öğrenip öğlen yemeğimizi buranın restoranında yiyoruz. Bahçesi çok bakımlı ve keyifli. Yemekler de lezzetli ve doyurucu.
Bu güzel yemeğin ardından öğleden sonramızı denizde geçirmek istiyoruz ve otobandan gazlayarak batı sahilindeki Flic en Flac sahiline gidiyoruz. Günün geri kalanını denizde balıklarla oynayarak geçiriyoruz.Akşam otele dönüp Jan'ın hazırladığı jumbo karidesler ve red snapper balıklarını mideye indiriyor ve yarınki programı hazırlıyoruz.
Sabah Jan ve Pamela ile vedalaşıp otobandan adanın güneyine doğru yola çıkıyoruz. İlk önce Quatre Borne şehrine uğrayıp Jan'ın dediğine göre ağaç işçiliği ile ünlü atölyeleri görmek istiyoruz. Ama mobilyacılardan başka bir dükkan göremiyoruz ve trafik de o kadar berbat ki hemen otobana geri dönüp yolumuzu Curepipe 'e çeviriyoruz. Burada da Trou Aux Cerf krater gölünü bulmak istiyoruz. Lüks villaların bulunduğu mahallelerden tepeye doğru çıkıp seyir yerine varıyoruz. Bizim Bolu Yedigöllere benzer; ağaçlarla çevrili küçük bir göl karşımızdaki çukur yeşilliğin ortasında duruyor.
Çevresinde de 20 dakikada biten bir yürüme parkuru var.
Foto çekiminin ardından arabaya atlayıp adanın Blue Bay sahilinde bulunan Preskil Beach otele varıyoruz. Burada önceden internetten 3 gece oda kiralamıştık. Arabayı da burada teslim ediyoruz. Geçirdiğimiz 4 gün boyunca adada 800 km.den fazla yol yaptık ve kuzeyden güneye, batıdan doğuya bir çok sahilde denize girdik. Tabi bu 3 günü bu tatil köyünde aktivitelerle ve beyaz kumsalların tadını çıkararak geçiriyoruz.